Hani istatistikler yalan söylemezdi?
Kütüphane ile kitap okuma istatistikleri her zaman bir ülkenin gelişmişlik ölçeğinin değişmez göstergesi olarak değerlendirilir. Bu ölçek, kimi doğrulukları göstermesine karşılık, kimi yanılgıları da içerir. Geçmişte “bu ülkenin yüzde şu kadarı okuma-yazma bilmiyor “ diye başlayan olumsuzluk söylemleri, ne yazık ki günümüzde de benzer yaklaşımlarla sürdürülmeye devam ediliyor.
Bu bilinen yanlışlardan birine, geçtiğimiz günlerde kimi basın organlarına düşen, kütüphane verileriyle tanık olduk. Sözü edilen haberde, kütüphaneye giden kişi sayısının son 15 yılda yüzde 14 azaldığı, Türkiye’de 121 ilçede hiç kütüphane bulunmadığı yer alıyor. Ayarcı aynı haberde AKP’nin 11. yılında, bin 121 olan halk kütüphanesi sayısına 2018 yılı sonuna kadar yalnızca 56 yeni kütüphane eklendiği, aynı dönemde açılan cami sayısının ise 3 bin 292 olduğu ifade ediliyor.
Kütüphane ile cami sayısının karşılaştırılmasının ne denli doğru olup olmadığı, ya da ikisi arasındaki ilişkinin ne denli mantıklı olduğunu irdeleyecek değiliz. Bu bir başka alanın tartışması ya da olayın özünden saptırılarak bir başka yöne eğrilmesidir.
Asıl konumuza dönelim: Aynı haberde Türkiye’deki kütüphane sayısının OECD ülkelerinin kütüphane sayısına göre çok düşük olduğu, bu açıdan Türkiye’nin kütüphane fakiri olduğu da belirtilerek ülkemizde 10 milyona yakın insanın kütüphane hizmeti alamadığı açıklanıyor.
Bu verilerin hangi yöntemle saptandığını tahmin etmek zor değil. Her halde kütüphaneye gidenlerin çetelesi tutulmuş ve bu veriler ortaya çıkmış.
Buradaki can alıcı soru ise; kütüphanelere gitme/gidilme nedeni! Zaten işi püf noktası da burada. Eğer bu istatistikleri hazırlayan kişiler kütüphanelere gidenlerin sayısı yerine, neden gittiklerini araştırmış olsalardı, verdikleri sayısının da ne denli doğru ya da yanlış olduğunu görmüş olurlardı.
Klasik bir yaklaşımla istisnaları tenzih ederim, bugün kütüphane giderlerin yüzde 99’u, ders çalışmak için gitmektedir. Bugün yine çok azı dışında, kütüphanelerin büyük bir kısmı kütüphane olarak değil de, seminer salonu olarak hizmet vermektedir. İlinizdeki hangi kütüphaneye giderseniz gidiniz bu durumla karşılaşırsınız. Kısacası kütüphanelerin büyük bir kısmı ne yazık ki seminer salonları olarak kullanılmakta ya da iyimser bir yaklaşımla böyle hizmet vermektedir.
Elbette ki, daha önce de yazdığımız gibi, kütüphanelerimizin öğrencilerimize yardımcı olması, onlara kimi kolaylıklar sağlaması yanlış değildir. Ama aynı zamanda kütüphanelerimiz yalnızca ders çalışılan test çözülen yerler de değildir. Eğer bu tür yerlere gereksinim varsa, bu tür mekanların açılması, kütüphanelerin de gerçek işlevlerine dönmesi gerekir. Onun için, kütüphanelere giden kişilerle ilgili veriler hiçbir zaman doğruyu yansıtmazlar. Gözlem ya da araştırma yapılmadan, sayılarla yetinmek, bu mekanlara girip-çıkanları saymak, Türkiye’yi yalnızca kütüphane fakiri bir ülke yapmaz, onun da ötesinde kimi yanılgılara da zemin hazırlar.
Bir de kütüphanelerin varlığını/değerini, eskimiş, dünden kalan beylik yargılarla belirmeye kalkışmak da, gelişen teknolojilere görmemezlikten gelmek anlamına da gelmez mi?
Kısacası kütüphaneler birer birer seminer salonlarına dönüşüp işlevlerini yitirirken, yeni teknolojilerin sundukları da aslında birer kütüphane işlevini yüklenmiyorlar mı?
Karar; her zaman olduğu gibi yine sizlerin...
NOT: Antalya Festivali’nin yeni yöneticilerinden sevgili dostum Ahmet Boyacıoğlu’dan sistem dolu bir telefon aldım. Haksız da değil... Canide Sonku ödülü geçen hafta benim yazdığım gibi En İyi Kadın Oyuncuya değil, festivalde herhangi bir daldaki bir kadın sanatçıya verilecek yeni bir ödülün adıymış. Düzeltirim. Eğer bu da yanlışsa, yine düzeltirim... Yeter ki doğru olanı bulalım.