Hapishane Rantı ve Ketıl
Hiç devrim lideri İttihatçılardan ‘’hapishanede ne zorluklar yaşadık’’ dediğini duydunuz mu? Ya da Namık Kemal’in ‘’hapishane günlerinde ne cefalar çektik’’ dediğini okuduk mu? Ya da Hikmet Kıvılcım’lının, Mihri Belli’nin hapishane edebiyatına düştüğünü işittik mi?
Genel Başkanımız Doğu Perinçek beş kuşakla 15 yıl hapis yattı. Beş kuşakta hapis yatan Türkiye’deki tek isim. Peki Doğu Perinçek’in ve Aydınlık hareketi liderlerinin hapishanedeki yaşadığı zorlukları dillendirdiğini gördük mü?
Hapishane rantı ahlaki bir çöküntüdür, kültür meselesidir ve bir aydın sorunudur. Bu ranta kavuşmak için beş yıl ya da beş saatin hiçbir önemi yok. Hapishane süresi ne kadar uzarsa rantın içeriği de bir o kadar bayağılaşır tabii. Ancak bu rant için hapishaneye şöyle bir girip çıkmanız da yeterlidir.
HAPİSHANEDEKİ BİREYCİLİK
Örneğini 15 Şubat Salı günü yaşadık. Barış Pehlivan ve Murat Ağırel, Libya’da hayatını kaybeden MİT personeline ilişkin yaptıkları haberden dolayı önce beş buçuk saat cezaevinde kaldılar ardından serbest bırakıldılar. Ceza gerekçelerine bu yazıda değinmeyeceğiz, konumuz hapishaneden rant çıkaran ahlak ve kültür.
Rant burada başlıyor. Hapishaneye girişlerinde zaten rant için girdiklerini anlıyoruz. Bol pozlu fotoğraflar, hazırlanan çantaların özenle kamuoyuna servis edilmesi… Beş buçuk saatlik bir ziyaretten sonra çıkılan Halk TV ekranlarında yaşanan zorluklar dillerden dökülüyor. Sunucu Özlem Gürses, tam reklama gidecekken haberi alıyor Pehlivan ve Ağırel stüdyoya gelmiş. Reyting için bulunmaz fırsat, reklama gitmeden önce alelacele stüdyoya dahil etmek istiyor, öyle reklama gidelim diyor. Büyük ‘’kavuşma anını’’ herkesin görmesini istiyor. Konuklar hazırlanıyor, o ara konuşmacılardan Ozan Gündoğdu konuşurken Özlem Gürses cep telefonun kamerasını açıp kayıt tuşuna basıyor ve muhteşem kavuşma.
Ne kadar üzücü değil mi? Beş buçuk saat kalmak elbette o isimlerin tercih ettiği bir durum değil. Ancak tercih ettikleri şey o beş buçuk saatin edebiyatını yapmak. Girer girmez ketıl alınmış mesela, Pehlivan beş buçuk saatte 600 TL harcamış. Her akşam ekranlardan pahalılığı eleştirenlerin sözde bireyciliğine bakar mısınız? Sunucu soruyor ‘’ketılın üzerinde su vardı, yoksa çay mı yaptınız?’’ Soracak başka bir şeyi yok çünkü. Beş buçuk saatte ne sorulabilir ki?
Bu arada Özlem Gürses alınan ketılı bir müzayedeymiş gibi sergiliyor. İzleyicilere ‘’mapushane ketılı görmediyseniz bakın’’ diyor. Önemli bir eser tabii. ‘’Silivri bir müzeye mi dönüşecek acaba’’ sorusu da gecikmiyor. İçerideki FETÖ’cüleri çıkarma hedefinde olanların müze talebi de şaşırtmıyor. Ketıl edebiyatını da çok sevdikleri Selahattin Demirtaş’tan ilham almış olsalar gerek.
AYDINLIKÇILARIN HAPİSHANESİ
Hapishaneler bir ancak içerisindeki tutumlar farklı. Bir de Aydınlıkçıların hapishanesi var. Bütün Amerikancı darbe dönemlerinde ve tertiplerinde soluğu hapishanede alan Aydınlıkçılar. Aydınlıkçılar için hapishanede mücadele, umut ve iyimserlik vardır. Yılgınlık ve hapishane rantı Aydınlıkçının koğuşuna uğramaz. Aydınlıkçılar hapishanede de örgütlenmiştir, hapishanede biriktirdikleri parayla 1974 tahliyesinden sonra İstanbul’da basımevi satın almışlardır. Hapishane Aydınlıkçılar için bir görev yeridir. Aydınlıkçıdan ancak cezaevindeki mücadeleleri ve güzel anları duyarsınız, ne kadar zorlarsanız zorlayın onların ağzından yaşadığı zorlukları alamazsınız. Çünkü Aydınlıkçılığın hayatında millete hesap kesmek, fatura çıkarmak yoktur. Uğur Mumcu, Sakıncalı Piyade’sinde Aydınlıkçıların hapishanedeki tutumundan övgüyle bahseder.
BİREYCİLİĞİN DORUĞU
Emperyalizme ne kadar bağlanırsanız sizin kültürünüzü de bir o kadar yozlaştırır. Emperyalizm için her şey alınır satılır, hapishanedeki günler ve saatler de satılır. Can Dündar’ın ‘’Tutuklandık’’ ve Tuncay Özkan’ın ‘’Hapiste Yatacak Olana Öğütler’’ kitabı da hapishane rantının örneklerindendir.
Soner Yalçın’ın, 1 Şubat 2022 günü yazdığı yazısında ‘’mesleğim yüzünden başıma gelmeyenler kalmadı, işkence gördüm, hapis yattım, işsiz bırakıldım, ölüm tehditleri aldım, işitmediğim küfür kalmadı… namuslu gazeteciliğin tek ödülü var: Sadece Acı’’ diyor. Pehlivan’ın ve Ağırel’in gazeteci hocaları da aynı edebiyatın temsilcilerinden.
Ergenekon-Balyoz kumpaslarında da Odatv’den yargılanan kişilerin ‘’ben gazeteciyim’’ diye tutturması da bireyciliğin ürünüdür. ‘’Gazeteciyiz’’ demek biz onlardan değiliz demektir. Nitekim kumpasların son bulmasından sonra herkesin onlara mikrofon tutması da bilinçlidir.
Yazının girişinde saydığımız büyük liderler neden bu hapishane rantına başvurmamıştır? Çünkü akıllarına gelmez ve bu rantın utanç verici bir durum olduğunu bilirler. İnsan bu ülke için yattığından rant çıkarır mı? Millet için mücadelenin faturası olur mu? Ancak halkın faydası için savaşmayanlar faturayı peşinen çıkarır ve önünüze koyar. Hapishane rantı bu yüzden bireyciliğin doruğudur.