Hasan Can Kaya ve gülümsemenin kirlenmesi
Biz mizahı sevinç ustalığı olarak biliriz.
Ağız dolusu gülmeyi hiçbir şeye değişmeyiz.
Çaresizlikte yürekten ağlamak da vardır karakterimizde ama zorluklara gülerek meydan okuruz. En büyük zulümleri, zorlukları gülerek yenmişizdir. Türklerin gülmecede ustalıkları dünyaca nam yapmıştır.
SİLİVRİ HAPİSHANESİNDEN MİZAHA KATKI
Hatırlıyorum, 2012’nin mayıs ayıydı. Sn. Doğu Perinçek Silivri mapusundan bir yazı yazmış. Yazının içi gül ve gülücük dolu. Hatırlayınca bile insan tebessüm ediyor. Başlığı yanlış hatırlamıyorsam şöyleydi: “Güle oynaya mapus yatıyoruz.” Doğu Perinçek bu yazıyla Türk gülmecesinin zorlukları aşağılama karakterine bir katkı sunuyordu. Silivri hapishanesinin parmaklıklarını Nasrettin Hoca’nın ters dönen eşeğinin ayaklarına benzetiyordu.
Nasrettin Hoca, Bekri Mustafa, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Erkan Yücel ve Levent Kırca bizim mizah geleneğimizi aşağı yukarı bu isimler resmeder. İsteyen Nazım’ın şiirlerinde, Balaban’ın fırçalarında, köy kahvesinin ve pazar yerlerinin şakalarında, esnaf lokantasında ve okul sıralarında da bulur aynı neşeyi. Bu neşenin kaynağı zorluklara, zulme ve zorbalığa güle oynaya direnme kültürüdür.
ZARAFET ve BİLİNÇ KAYNAĞI OLMAYAN MİZAH
Büyük sanatçılarımızın isimleriyle ve Doğu Perinçek’in ta 2012 yılında yazdığı yazıyla söze başlamanın ne anlamı var demeyin. Hemen sabırsızlanmayın. Konuya geliyorum. Hasan Can Kaya’nın Konuşanlar adlı programda yaptığı şakalar gündemde. Programı daha önce hiç izlememiştim. Sosyal medyada önümüze düşen reklam kesitlerini saymazsak tabii. Gündeme gelmesiyle birlikte birçok bölümünü seyrettim. Hasan Can Kaya’yı izlerken insanın dudakları kanatlarını açmıyor, yüzlerde gamzeler belirmiyor maalesef. Zarafet ve bilinç kaynağı olmayan bir mizahın sevinç kaynağı da olamayacağını görüyoruz.
ZORLUKLARA GÜLEREK DAYANMA KARAKTERİ
Mizah, bizim için tepemize çıkanları tepemizden indirmek için dünyayı tersine çevirme eylemidir. Keloğlan’ın padişahı iki parmağıyla aynayı ters tutarak tepetaklak etmesi gibi. İnsana tepeden bakanlara tepeden bakma işi. Zorlukların aşağılanması ve insanlığın büyüklenmesi… Devenin tellalaşması, pirenin berberleşmesidir aynı zamanda. Dik duruşumuzun, zorluklara karşı umudumuzun, eşsiz dayanma yeteneğimizin bütün güzellikleri Türk gülmecesinin karakteri olmuştur.
İNSANI TEPELEYEN ŞAKACI
Hasan Can Kaya’nın programını izlediğinizde ise bu kültüre rastlayamıyorsunuz. Onda saygısız, inciten bir tavır var. Sövgüye dayanan bir üslup var. İnsana tepeden bakanları yakalayan, onların tepesine çıkan bir duruş değil niyet böyle olsa bile en sonunda insanı tepeleyen bir tutum var. İnsanı insan yapan değerlerin aşağılanması ve kum tanesine dönüşen insanın kendisini tiye alması var. Kendini bu çukura düşüren insanın bir de kahkahalarla ağlaması var. Zarafete rastlayamıyoruz, bilinç göremiyoruz. Hayranlarının onu ABD’li komedyenlere benzetmesi bu açıdan tutarlı.
GERİ DÖNÜŞ”ÜM SANATI
Shakespeare tiyatroyu “İnsanı, insana, insanca anlatma sanatı.” olarak betimliyor. Hasan Can Kaya’da ise “İnsanı, insana, insanlık dışı sövme şeyisi.” görüyoruz. Hiciv, taşlama, atışma gibi köklü bir kültüre sahip Anadolu mirasının hiçbir yerinde bunun örneği yoktur.
Çağdaş sanat denilen akıl tutulması da aslında insanın aklıyla alay ediyor, insana hakaret ediyor. Duvara muz bantlıyor, dışkısını konserveliyor ve sanattır diyor. Yeni Ortaçağ’ın müritleri de aman sanattan anlamıyor demesinler diye buna biat ediyor.
Arkadaşım Furkan Kaplan söyledi: Geçtiğimiz ay gazetelerde çıkan habere göre “İtalya’da, müze temizlik görevlileri boş şampanya şişeleri, disko topu ve konfetilerden oluşan enstalasyon çalışmasını çöp zannedip atmışlar.” Haberde “sanat eserini çöp zannettiler” ifadesi kullanılıyor. Halbuki çöpün sanat zannedilmesi asıl sorun.
İsveçli yönetmen Ruben Östlund’un 2017 yılında vizyona giren The Square (Kare) filminde Batılı sanattaki bu çürüme çok güzel işlenir. Geçtiğimiz ay ABD’de bir rock grubu solistinin sahnede hayranının yüzüne -affedersiniz- işemesi de bunun örneği. Yüzüne işeten hayran ve kendine sövdüren mizah izleyicisi… Ama biz sanattan ne anlarız değil mi?
BOŞLUĞUN EDEPSİZ SESİ
Hakkında yazılanları okuyorum. “Büyük bir boşluğu dolduran yeni nesil komediyen” diyorlar. Boşluğun çağrısında böyle çirkinliklerin olması bir mizah konusu. Kadın konuklarına “bebiş” diyen, gerektiğinde muhatabının ailesine söven, en bencil fantezilerin, en ilkel davranışların sergilendiği, bütün bir insan karakterinin un ufak edildiği bir program. Arkadaşlarını dolandırmasını şişine şişine anlatanlar mı dersiniz, babasına sövülürken kahkahayı patlatanlar mı dersiniz?
HAYVAN GİBİ GÜLMEK
Bir başka yorumda “şöyle politik doğruculuk oynamadan hayvan gibi güldüren bir şeyler isteyenler arayanlar için bulunmaz nimet.” diye yazılmış. “Hayvan gibi” kelimesinin altını çizmek lazım, çünkü insana dair büyük bir yabancılaşma var gösteride. Buna insanlar nasıl güler diye düşününce bunun toplumdaki yabancılaşmanın bir yansıması olduğunu fark ediyoruz. Toplumumuzun içinde her değeri alaya alan, sövgüyü eğlenmek sayan bir kültürün gelişmesinin sonucudur bu. Hasan Kaya ve hayranları bu yüzden sıklıkla yer değiştiriyor gösteride. Gülen ve güldüren belirsizleşiyor. Bir sulu anlayış kalıyor ortada.
ÇAMURDAN KAHKAHALAR
Hasan Can Kaya’nın yaptığı işi eleştirenlere hayranları çok kızıyor. “Bu kadar sıkıntının ortasından yüzümüzü bu adam güldürüyor, isteyen istediğine gülsün, gülmeyen izlemesin” diyorlar. Ancak olay bu kadarla sınırlı değil. İnsanlar, başka insanlara kendilerine saygısızlık ve incitme hakkı tanıyabilirler. Ama toplum bu hakkı kimseye vermez. İnsanlık, insanın aşağılanmasına göz yummaz. Liberalizm, özgürlüğü insanın her istediğini yapması olarak tanımladığı için herkesin kafası bulanık. Kimileri biz çamurun içinde kahkahalarla yaşarız dese de özgürlük adına buna izin verilmez. Onları çamurdan çıkartacak ve temizleyecek yolları bulmak özgürlükçülerin görevidir.
GÜLÜMSEMENİN KİRLENMESİ
Metropollerde insan ilişkilerinin naylonlaşması ve insan kirlenmesi en sonunda tertemiz, masum, pazarlıksız gülüşümüzü de kirletti. Gülümsemenin kirlenmesi yaşamın kirlenmesidir. Sular çürüse, vicdanlar çürüse, şehirler küflense de insan bunlarla gülerek başa çıkar. Gülümsemenin çürümesi bir medeniyet çürümesinin son noktasıdır. Bir yerde eğlenmek ve gülmek çürüdüyse artık o uygarlığın sonu gelmiş demektir.
REZALETLERİ ÖRTMEK
Gülmek kimi zaman rezaletleri örtmek içindir. Çürüyen Roma veya Osmanlı medeniyetlerini düşünün, sarayların zevk u sefa alemlerinde, lale devirlerinde çınlayan kahkahalar aslında neşe özelliğinden mağrumdur. O kahkahalar ağız dolusu gülmenin yerini asla tutamayacak zırlamalardır. Gülmek, rezaletleri örtmek için kullanılırsa masumluğunu yitirir, adı arsızlık olur.
GÜLÜMSEMEYE HÜRRİYET
Çürüyen batı uygarlığından kurtulmak gülümsememize hürriyet getirecektir, neşenin temizlenmesi ve saflaşması insanlığın yeniden baş tacı edileceği bir dünyayla mümkündür. Hasan Can Kaya’nın şaka anlayışının eleştirilmesi bu bağlamdadır.
Güzelliği seven bir milletiz. Türk milletine gülmek çok yakışıyor. Önümüzde zorluklar var. Zorlukları gülerek alt edeceğiz. Türk milletine güzellikler, neşeler yaraşır. Ancak önümüzde Erol Taş’ın tasvir ettiği köhnemiş kahkaha ile Kemal Sunal’ın umut dolu neşesi arasında bir tercih vardır.
MÜJDE GİBİ MİZAH
Müjde gibi mizah isteriz. Işık saçan, nüktedan, akıl eseri mizah isteriz. Debdebenin kahkahasını değil, dünyayı ters çeviren Keloğlanın sivri zekasını, köylü gülüşünü isteriz. Anadolu insanının zorlukları yenmek için kullandığı sıcaklığı, canlılığı, gülmeceyi isteriz. Türk milletinin edasını, zarafetini isteriz. Çok şey isteriz. Biz her zaman padişahın kızına talibiz.