Hastalık beyne sıçramış ya da sanatçı yabancılaşması!

ABD’nin FETÖ’cü 15 Temmuz hain darbe girişiminin ezilmesinin ardından, Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) sarılanlar, bölücü açılımlarda zevkten havaya zıplayan “solcu”lar, BOP’ta özgürlük arayanlar ve AB demokrasisi, 3. İsrail, Kukla Devlet vb. bekleyenler büyük bir hayal çöküntüsüne uğradılar.

Biz ne dedik, ne yaptık? Büyük Ortadoğu Projesini açığa çıkardık. Yıllarca sayısız eylem yaptık ve “Amerika bu haritaya gömülecek!” dedik. İşte şimdi Afganistan’da, Karabağ’da, Suriye’de, Irak’ta, Türkiye’de ABD kendi yaptığı planda boğuluyor, BOP haritasına gömülüyor.

O gün bugündür Vatan Savaşı gerçeğine karşı duranlar, artık tarihin başka türlü işlediğini anlayamadılar. Anlamaya da niyetleri yok. Türkiye Amerikan emperyalizminin bütün saldırılarına milli bir bilinçle direniyor. Türk milletinin emperyalizme topluca direnişi bazılarını niçin rahatsız ediyor, hatta hasta ediyor? Niçin mi? Yüksek dozda “Batıcı Kültür” hapları kullandıkları için.

Bildiğiniz gibi, bugünlerde sanatçı, edebiyatçı, şairlerin düzenlediği tepki çeken kampanyalara değiniyorum. Son olarak Sanatçılar Girişimi’nin “Ülkemiz Adına Kaygılıyız” adlı imza kampanyasına değinmeden önce, bu hafta 2007 yılında 73 şairin ortaklaşa yayınladığı “Yetimler Ağıtı” imza kampanyası üzerine Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS)’nın bir toplantısında yaptığım kürsü konuşmasının da ana hatlarıyla ele alacağım.

“Amerika bu haritaya gömülecek!” dedik ve ABD kendi projesine gömülüyor.

YETİMLER AĞIDININ ORTAYA KOYDUĞU GERÇEK

“Yetimler Ağıtı”nın yayınlandığı gün “hayırlı” bir girişim olduğunu söyledim! Bir araya gelen 73 şair bu noktada buluşmakla Türk şiirine en büyük iyiliği yaptılar. Nasıl mı? Şiirimizin kökünden, geleneğinden kopuşunu, ulusal değerlerini yadsıyışını, kendini toplumundan, yurdundan soyutlayışını en çarpıcı biçimde belleklere kazıdılar.

Türk şiirinin yıllardan beri içinde yüzdüğü, “kirletilmiş” ruh halini, kimsesizliği, sahipsizliği ağıtın sonundaki “Öyle bir babamız var ki Hrant, hepimiz yetimiz…” satırından daha iyi hiç kimse dile getiremezdi.

Peki yıllarca Nazım’ı “Şair Baba” diye anan Türk edebiyatçısı, şimdi yanlış birine mi baba diyordu acaba? Bunu yeni mi hatırladı? Türk şairi, Türk aydını atasız mıdır? Şöyle biraz gerilere doğru giderek hatırlamaya çalışalım.

Aralarında değerli arkadaşlarımızın da bulunduğu 73 şairin bir araya gelip, Hrand Dink için 73 dizeyle “Yetimler Ağıtı” yazması, dediğim gibi Türk Edebiyatı adına “hayırlı” olmuştur. Bu olay, edebiyatçımızın içine sürüklendiği vahim hastalığın ayan beyan ortaya çıkarılmasını (teşhis edilmesini) sağlamıştır.

Bu toplu imza eyleminin önemi, önümüzdeki birkaç yılda daha iyi anlaşılacaktır. Bu nedenle “Yetimler Ağıtı”na hangi şairlerin, hangi nedenlerle, hangi yollarla dize gönderdiğinin fazlaca bir önemi yok. Önemli olan, edebiyatımızın ciğerlerinde yayılmakta olan bir hastalığın, tarihsel bir boyutta ortaya çıkarılmış olmasıdır.

KENDİNE YABANCILAŞAN ŞAİR

Türk Edebiyatı omurgasının “dik duramayışının”, “soluk alamayışının”, “düşmanına kafa tutamayışının”, “toplumdan kaçışının” vb. kısaca vahim bunalımın nedenini şimdi daha kolay anlamaktayız. Özellikle, edebiyatın ateşleyicisi olması gereken şairlerin bu tarihi olgudan sonra, kendilerini gözden geçirme vakitleri gelmiştir.

Bir şair arkadaşım birkaç yıl önce, yıkılmış bir ruh haliyle bana gelip şunları söyledi: “Hiç iyi değilim. Paris’e gidip kendimi Sen’e Nehrine atacağım.” Aman, dedim, çıkar aklından şu intiharı. “Yok yok!” dedi arkadaşım, “Gidip atacağım kendimi… Sen’e!”

Ellerini tuttum, “ille de kendini bir nehre atlayarak canına kıyacaksan, git kendini Fırat’a at! Olmadı Zap suyuna at!” dedim. Bu önerime biraz bozulur gibi oldu. Fırat’ı, Zap’ı beğenmedi, herhalde. Bir başka “solcu” arkadaşım da hem gidişattan memnun değil hem de gelişmelere garip bir umut besliyor. AB’siz olmaz, AB insanlığın en büyük aydınlanma projesinin sahibidir. Belli ki arkadaş sözde devrimciliğini AB’ye havale etmiş.

Diyor ki: “Şu Avrupalılar var ya müthiş! Başımıza vura vura bizi AB’ye sokacaklar.” Yani şair, ancak AB sayesinde adam olabileceğimizi söylemek istiyor. Bir başkası, büyük gazetelerden birinde köşe yazarı, (üstelik ulusalcı olarak tanımlanıyor) diyor ki: “En sonunda, Batı bir gemi olsa ve biz o geminin batacağını bilsek de yine o gemiye binmek zorundayız.” İşte hastalık burada!

DİYARBAKIR KARDEŞLİK MİTİNGİNDE/ 9 HAZİRAN 2007

'BATICI' BAĞLANMA DÜŞÜNCEYİ FELÇ EDİYOR

Nicedir düşünüyorum: Ekonomik, sosyal, siyasal hemen her alanda Türkiye’yi temelinden sarsan müdahalelerin dayandığı BOP’un kültür-sanat alanındaki gizli açık faaliyetleri nelerdir? Ülkeler, ABD çıkarları doğrultusunda yeniden “dizayn” edilirken, acaba, o ülkelerin aydınları da yeniden “dizayn” edilmiyor mu? Edilmedi mi? Niçin BOP ve Sanat ilişkisi incelenmiyor? Böyle bir inceleme hangi gerçekleri ortaya çıkaracaktır?

Bu gerçekleri, 12 Eylül’ün hemen ardından holdinglerin, bankaların, bankerlerin sanatsal faaliyete olan düşkünlüklerine bakarak kestirmek kolay. Tek bir soru sorayım: Tantanalı kampanyalarla solcu kesime sunulan Radikal Gazetesi, kimin isteğiyle hangi amaca hizmet için çıkarıldı? Para kazanmak için mi?

Bir soru daha: Solcu, devrimci şairimiz milletinden, yurdundan, toplumundan, bayrağından, devrimciliğinden, solculuğundan nasıl koparıldı? İşçileri, köylüleri, memurları, askerleri, öğrencileriyle bütün halk “Ya istiklal, ya ölüm!” diye ayağa kalkarken, şairimizin aklı nerde? Aklı, holding, belediye bütçeleri çevrelerine çöreklenmiş bir avuç seçkin zümrenin yozlaşmış zevklerine dize taşımakta. Şairimiz, Amerikancı, Batıcı medyanın onca sindirme çabasına karşın ayaklanan kitlelere gözünü kapatıyor, kendisinin doğru yolda olduğunu düşünüyor. İşte hastalık burada. Batı karşısındaki edilgenlik, bağımlılık yaratıcı beyni felç ediyor.

HASTALIĞI YENECEĞİZ

Gelelim BOP'a. BOP, ABD emperyalizminin, mazlum ülkeleri ebedi sömürge haline getirmek için uyguladığı karşıdevrimci bir savaş projesidir. Safha safha uygulamaya konulmaktadır. Bu projenin hedefleri arasında ülkemiz de vardır.

ABD’nin yanında AB ve mazlum ülkelerde tesis edilmiş Süper NATO derin devletleri ve işbirlikçi kesimlerden oluşan güçler vardır. Karşılarında ise bu ülkelerin halkları, orduları, aydınları ve bütün devrimcileri saf tutmuştur. Bir başka deyişle devrimciler ile karşıdevrimciler tarih sahnesinde büyük hesaplaşma için karşı karşıya gelmiştir.

Türk şairi, oraya buraya göz kırpmadan, şair namusuyla sonuna kadar bağlı kalarak, bu saflardan birini seçmek zorundadır. Niçin bunu yapmakta, eyleme geçirmekte zorlanıyor? İşte hastalık burada. Hastalık beyne sıçramış. Ama zor da olsa bu hastalığı yeneceğiz.