Hatip Dicle kararı ve yargının siyasallaşması - (TAMAMI)
Hatip Dicle kararı ve yargının siyasallaşması
1924 Anayasası döneminde seçimlerin yönetim ve denetiminin tarafsız bir yargı organı bırakılmamış olmasının seçim güvenliği açısından büyük sakıncalar doğurduğu göz önüne alınarak 1961 ve 1982 anayasaları, seçimlerin tarafsız yargı organının gözetim ve denetimi altında yapılmasını düzenlemiştir.
Yüksek Seçim Kurulu’nun her yargı organı gibi yapması gereken husus, uygulamakla yükümlü olduğu yasa hükümlerini, hiçbir siyasi düşünce ve telkin altında kalmadan,kararın yol açabileceği siyasal sonuçları nazara almaksızın objektif olarak uygulamak ve karar vermektir.
Hatip Dicle olayında YSK uygulaması gereken yasa hükmünü; şimdi uygularsam seçimde olaylar çıkar, gerginlikler yaşanır düşünce ve telkiniyle erteleyince, seçimlerin dürüst bir şekilde cereyan etmesi için kendisine düşen görevi ihlal etmiş oldu.
Hatip Dicle’nin milletvekilliği Anayasa’nın 76. maddesinin 2. fıkrasında ve 2839 Sayılı Milletvekili seçim Kanunun 11. maddesinde belirtilen suçlardan birinden kesinleşmiş mahkûmiyet kararı olduğu için düşürülmüştür.
Hatip Dicle milletvekili aday listelerinin kesinleşmesinden iki ay önce, hakkında verilen ve kesinleşen karara göre, yukarıda belirttiğimiz yasa maddeleri kapsamına giren Terörle Mücadele Yasasının 7. maddesinin 2. fıkrasında tarif edilen “terör örgütünün propagandasını” yapmak suçundan bir yıl sekiz ay hapse mahkûm edildiğinden, milletvekili seçilme yeterliliğini, kararın kesinleştiği 22.03.2011 tarihinde kaybetmiştir.
Bütün bu karar süreci gerek Hatip Dicle ve avukatları ve gerekse Yargıtay Başsavcılığı tarafından bilinmekteydi. Bir anlamda söz konusu somut yasal engel YSK dan saklanmış ve böylece gene aynı grup tarafından yeni bir bağımsız adayın belirlenmesi engellenmiş ve AKP hiç de hak etmediği bir milletvekilliği daha kazanmıştır.
YSK’nın asıl eleştirilmesi gereken tutumu “savunmasını alacağız” şeklinde yasal olmayan bir gerekçeyle, karar verme işlemini seçimden sonraya erteleyerek, o gün vermesi gereken kararı, tam aksi yönde toplumsal bir beklenti yaratarak seçim geçtikten sonra vermiş olmasıdır.Bunun dışında memnu hakların iadesini “affın” da ötesinde ve üzerinde bir kurum olarak kabul edip, şu anda Hatip Dicle’ye uygulanması gereken hükümleri bir çok diğer aday adayına uygulamayarak, hukukun üstünlüğünü göz önüne alarak değil, siyasal düşünce ve telkinlerle, aman ülkede bir sorun çıkmasın, seçimler selametle yapılsın da ne olursa olsun, aman sokaklar tatmin olsun diye kararlar oluşturdu.
Türkiye’nin düşünce suçu ayıbından, AHİM Kararlarına uygun düzenlemeler yaparak elbette süratle kurtulması gerekir. Ancak bu düzenlemeler yapılıncaya kadar yürürlükteki yasaların da herkese eşit ve tarafsız bir şekilde uygulanacağından kimsenin şüphesi olmaması gerekir. Aksi ne bir uygulama yargıya olan güveni sarsar. Olumsuz siyasi sonuçları irdelemek politikanın işidir.
Yargı organları karar verirken verdikleri kararların siyasi sonuçlar doğurup doğurmayacağını düşünmezler, ama bazı kararların siyasi sonuçları olabilir. Bunlar yargı organlarını ilgilendirmez.
Bu nedenle bir yargı organı kararını eleştiren siyasetçiler, yazarlar, bilim adamları öncelikle tutarlı olmak zorundadırlar. Bir hukuk devletinde yargı kararının hukuken doğru olup olmadığı elbette ve hem de en sert şekilde tartışma konusu yapılabilinir. Ama bir yargı kararının “siyaseten doğru olup olmadığı” tartışılmaz/tartışılamaz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi yargı kararları siyasi düşünce ve telkinlerle verilmez, yargıç kararını verirken bunun ne gibi siyasi sonuçları olacağını düşünmez
Eğer verilecek kararların siyasi sonuçları olabileceği endişesiyle kararlar verilmeye başlanırsa, bunun varacağı yer seçilmiş padişahların sahne aldığı otoriter bir rejimdir.
sahinmengu@aydinlikgazete.com