Hatti-Hitit edebiyatı

MÖ 3000’den itibaren bin 500 yıl ülkemizin yerlisi olan Hattiler; sonradan ortaya çıkan Hitit’lerle iç içe yaşadılar. Dillerindeki benzerlik bunun kanıtlardan biridir. Örneğin “Taht” Hattice “Hanvaşuit”, Hititçe “Halmaşuit”; “Güneş Tanrısı” Hattice “Eştan”, Hititçe “Iştanu”; “Fırtına Tanrısı” Hattice “Taru”, Hititçe “Tarhu’dur”. Hatti kültürü, dini ve dili Hititleri çok etkilemiştir. (S. Alp, 2016, Hitit Çağında Anadolu, TÜBİTAK). Öyleki, Hititçe konuşurken, dini ayinler ve yazıtlar Hattice’dir (MÖ 1650-1200). Hititler ve Mısırlılar arasında MÖ 1274’te yapılan Kadeş Savaşı’nın çivi yazılı antlaşmasında taraf olan Hititler vatanlarından “Hatti ülkesi” diye bahseder (İstanbul Arkeoloji Müzesi, Ocak 2020). Taru’ndan türeyen Tarhu; Lidya Kralı Harun’un iki oğlundan biri olan Tarhun/Tarkan şeklinde Bodrumlu tarihçimiz Herodot’un kitabında karşımıza çıkar. Soydaşı olduğumuz Hatti ve Hitit’lerin dil, şiir, kimi inanç ve kültürü kısmen geleneklerimizde halen yaşar. İşte Hatti’lerin Asker Türküsü’nden kafiyeli birkaç satır:

Nesas waspas, Nesas waspas, tiya mu tiya : Neşa’nın giysileri, Neşa’nın giysileri(ni); giydir bana giydir-

Nu-mu annas mas katta arnut, tiya mu tiya : Anneminkileri aşağı (kata) getir, giydir bana giydir-

Nu-mu uwaspas katta arnut, tiya mu tiya : Benim için aşağı (kata) getir, giydir bana giydir-

Görüldüğü gibi günümüz Türkçesiyle dil benzerlikleri çoktur: Waspas = Esvap, Mu= Bana (gizli özne -im), annas = ana, nu-mu annas = anneminkiler, katta = kat (olabilir), (J.G. Macqueen, 2009: 168).

YEREL DESTANLAR

Bu metinler daha önce görülmedik bir biçimde tapınma şekli ve törenlerle yakından bağlantılıdır. Mesela “Kaybolan Tanrı ve Dönüş Öyküsü” bir tanrının o kişiye karşı yeniden iyi niyet kazanması için yapılan kutsal ibadettir. Yine “Fırtına Tanrısının Ejderle Savaşı” öyküsünün sahnelenmesi, Nerik (Vezirköprü) kutsal kentinde düzenlenen Purilli (Hitit ve Babil’de Yeni Yıl) bayramı kutlamalarının bir parçasıdır. Sonra Türkiye-Hürmüz Boğazı arasındaki Akad kralları sade başarılarıyla değil, hazin sonlarıyla da bilinir. İçlerinde en güçlüleri Kral Sargon ve Naram-Sind’dir. Uruk Kralı Gılgamış da Sümer-Akad destanları arasındadır. Din adamları kralların yaşam öyküsünde tanrısal lütuf, insan kusuru ve tanrısal karşılıktan oluşan tarihin yorumlanışında bir düzen olduğunu belirtirler. Onlarla ilgili Hattuşaş arşivlerinde, kilden çok sayıda Hititçe tablet vardır (Macqueen, 2009: 165). “Geçmişin rastgele sıralanan olaylar dizisi değil, birbiriyle bağlantılı olaylar örgüsü olarak görülmesi, yine Hititlerin geliştirdiği özel bir anlayıştır. Onlara göre tanrısal lütuf her ne kadar önemli olsa da felaketler lütfun geri çekilmesinden çok, insanın günahkarlığına ve kötü yönetimine bağlıydı. Bu yüzden Urşu kuşatması gibi, eski Hitit krallarından birinin düşman kasabasını ele geçirme çabasıyla ilgili, sonu kötü biten bir yerel efsane başarısızlığının suçunu ne tanrılara ne de onlara hizmette kusur eden krallara yükler; asıl neden, olaya karışan generallerin beceriksizliği ve emirleri gereği gibi yerine getirme yeteneksizlikleridir. Bu örnekte her ne kadar generaller açısından bir ahlak dersi çıkarıldığına ilişkin bir iz yoksa da Eski Krallık döneminden beri Hitit krallarının fermanlarında, geçmişten yararlanarak bugünün ahlak değerlerine dikkat çekme eğilimi açıkça görülür. Bu şekilde geçmişi inceleyip bugüne etkisini vurgulayan ve olayların düzenini doğa üstü müdahaleler değil, insan davranışları açısından yorumlayan bu erken Hitit kralları ve katipleri Bodrumlu Herodot’tan çok önce “Tarihin Babası” nitelemesine hak kazanmışlardır.” (a.g.e. s.167)

DUALAR

Hitit düşüncesinde, içten bir ıstırap ve zihin karışıklığına karşın basit, doğrudan bir yaşam felsefesi ve sadelik dikkati çeker. Yaşamın ölümle, ölümün yaşamla bağını vurgularlar çünkü insan ölümlü ve günahkardır. Kişinin kendisi masum olsa bile, babasının günahları ona düşer, hastalık ve sefalet çeker, yürek acısı dindirilemez. Ancak kişi tanrıdan merhamet dilerse tanrı onu dinler, zor günlerin kurtuluş ümididir. Kişi tanrıyı arar ve yuvasına sığınan bir kuş gibi ona sığınır. “Dolunay gibi üzerimde parılda” diye yalvarır acı çeken: “Gökyüzündeki güneş gibi üzerimde ışılda; gerçek bir tanrının yapacağı gibi sağımda yürü.”

Yine de bu simgesel düşlerin ortasında bile, ibadet eden bir Hititli sağduyusunu korur. Tanrıya seslenirken, kendi çıkarlarını korumakla bile tanrının onu acılarından kurtarabileceğini anımsatır. Sonuçta, kendisine adak sunanları öldürmekle tanrı yalnızca kendine zarar vermektedir. Dahası, uygun kurbanlık keçi sayısının daha bol olduğu düşman topraklarına acıların aktarılmasını bile önerebilmektedir (age.s.167).