Havada daire çizen akbabalar: ‘Dolunay Katilleri’

Saymakla bitmez; “Taksi Şoförü” (1976), “New York New York” (1977), “Kızgın Boğa” (1980), “Kahkahalar Kralı” (1982), “Sıkı Dostlar” (1990), “Gazino” (1995), “Köstebek” (2006), “Zindan Adası” (2010), “Para Avcısı” (2013), “İrlandalı” (2019)… Sinema tarihine armağan ettiği başyapıtlarla Amerikan sinemasının yaşayan efsanesi niteliğindeki Martin Scorsese, 80 yaşında çektiği “Dolunay Katilleri” (Killers of the Flower Moon) ile bir kez daha ülkesinin kan, para hırsı ve suç dolu geçmişine bakıyor, seyirciyi 1920’lerin petrol yatağı Fairfax kasabasına götürüyor.

Savaştan dönen genç Ernest Burkhart (Leonardo DiCaprio), amcası William Hale’in (Robert De Niro) “ağa” kıvamında yaşadığı kasabada şoförlük yapmaya başlar. Fairfax, verimsiz kabul edilen bir Kızılderili bölgesiyken petrol çıkması sonucu birden zenginleşen, tüm yerlilerin yaşamının bir anda değiştiği bir kasabadır. Beyaz erkekler, yerli Osage kabilesinin kadınlarıyla evlenerek zenginliğe ortak olmakta ve sonra da ne hikmetse yerli kadınlar ya hastalıktan ya cinayet sonucu ölmekte, mülkiyet ve para beyazlara geçmektedir. Ölümler, “sadece kötü şans değil, bir salgın” halini alır. Polis, oralı bile olmaz. Ernest’in, şeker hastalığından mustarip varlıklı yerli kız Mollie’ye (Lily Gladstone) âşık olup evlenmesiyle öyküde yeni bir sayfa açılır. Neticede Ernest de bir Osage yerlisinin “Üzerimizde daire çizen akbabalar gibiler, kemik bile bırakmadan bizi kemirmek istiyorlar” dediği beyaz adamlardan biridir. Ve nihayet, o dönemde yeni kurulan FBI, kasabadaki ölümlerle ilgili soruşturma başlatır.

YABANCILAŞAN KIZILDERİLİLER

Mülkiyetin kanlı biçimde ya da örtülü hırsızlık sonucu el değiştirmesi ile yabancılaşma kavramı arasındaki bağlantıyı açıkça Marksist iktisadın sularına girerek vurgulayan “Dolunay Katilleri”, yabancılaşmayı beyazlardan önce Osage yerlileri üzerinden gösteriyor. Doğayla iç içe bir yaşam sürerken birden petrole ve paraya kavuşan, beyazlar gibi giyinip kuşanan, lüks otomobillere binen, evlerinde beyaz hizmetçi çalıştıran “şanslı” Osage’ler “Sanki birinin hedefindeyiz” demeye başlıyorlar başlamasına da her şey için çok geç kalınmış oluyor. Batı mitolojisinde bilgelik başta olmak üzere olumlu bir anlamı olan, Kızılderili mitolojisinde ise uğursuzluk ve ölümün habercisi olan baykuş, sık sık kendini göstermeye başlıyor Osage’lara. Beyazların ise paradan başka tanrısı yok…

KANLI PETROL VE MÜLKİYET

Paul Thomas Anderson’ın Upton Sinclair’in romanından hareketle, 1900’lü yılların başlarında hep daha fazlasına sahip olmak isteyen bir petrolcünün öyküsünü anlatan 2007 yapımı “Kan Dökülecek” (There Will Be Blood) filmini de aklımıza getiren “Dolunay Katilleri”, işte o dökülen kanı gösteren bir film. Sonuçta Scorsese filmografisindeki yeni ve parlak bir halka olduğunu söyleyebiliriz ama 3 saat 26 dakikalık süresinin başlı başına bir sorun olduğunu da belirtelim. Yaşlı usta, sıkı bir kurguyla iki saatte rahatlıkla anlatabileceği öyküyü yaydıkça yaymış, çok fazla yan karakterle desteklenen serüvenin yer yer içinden çıkılamaz hale gelmesine yol açmış. Daha önce Robert De Niro’yla 10, Leonardo DiCaprio’yla altı filmde çalışmış olan Scorsese, tüm ağırlığı bu iki aktörün gücüne dayandırmış; iki oyuncudan birinin görünmediği sahne yok gibi “Dolunay Katilleri”nde. Finale doğru biraz daha tempo kazanan, uzun film seyretmeyi seven Martin Scorsese hayranlarına önerilebilecek, polisiye kulvara da giren destansı bir “petrol ve kan” serüveni var karşımızda. Nefesinize güveniyorsanız, seyredebilirsiniz.