Hayat biriktirir

Şimdi çoraklık iklimindeyiz. Göz gözü görmüyor. Zaman kendi burçlarında kahraman. Gazze'de çocukların ölümü iç burkan acı. İbretlik yüz yalandan morarsa da, talan etmek kimyasında var. Ağlamak için dokunmak gerekmiyor, gözlerini keder ilacına vermek nafile. Tek bir fotoğraf karesi anlatıyor her şeyi. Gene de sen ağla, memleket tellallığından herkese bir pay var. Gözlerim eriyor Schopenhauer'ın satırlarında, taşıyor ya bize bilgece edilmiş sözler:

"En hoş hayat, hiçbir şey düşünmeden geçendir."

"Nerede çok bilgelik, orada çok keder."

Gene de ben, kederlenmemek için Lucretius'a veriyorum kendimi: "Nedir aslı bu kör tutkunun, bizi

Belirsizlik ve tehlike karşısında bile

Yaşama bağlayan? O ki ömrümüz kısıtlı

Ve kaçmak olanaksız ölümden?

Nasılsa değişmiyor yaşamımızın çerçevesi

Ve yeni bir tat sunmuyor doğa

Yaşamakta direnenlere. Ne değerli oluyor

Elde edemediklerimiz! Bir kere de

Elde ettik mi, başka şeye yöneliyor tutku.

Dinmez, onulmaz bir susuzlukla bağlıyız yaşama

Ama gelecek ne getirirmiş, orasını bilmiyoruz." (*)

Cehalet rüzgârı her yerde. Din savaşçısı kesilmiş söz, "kelâm" diye diye eritiyorlar insanlık vicdanını. Giderek kirleniyor gökyüzü; bu nefes, bu ifrit dil yıkıcı.

Bu yontma taş devri özlemi niye, bu kibir bu afra tafra...Sünüp kalmış çocukluk, büyüyememe, bırakılmışlık, aidiyetsizlik, yağmalanmışlık, yabanıl dil, iğretilik bedevi çadırı özleminde her sabah.

İşbirlikçi dil geziniyor yeryüzünü adım adım...Su, petrol, yeni enerji tek kıblesi; bilene! Dün, Baba Bush'un sadaretinde gülüşlerle kendini çerçeveleyen adam, bugün Vatikan'a gül sepeti taşıyor. Şeyhülislam Yalısı kaç kedere tanık böyle, haritaları yeniden yeniden çizerken. Mekân da biriktirir hayatın burgaçlarını anlatarak bize.

Gözlerim lal şimdi!

Yitik bir dilin ağıdındayız. Farkında olmak da yetmiyor şairin sözlerini anlamaya:

"Sen zehir yeşili bir resimsin

Kararmış çam ormanlarından

Eski izniklere sıçramış acı

Ellerinde pürüzsüz beykoz izleri

Sen serin bir çizgisin

Uçuk denizlerin zemherisinde

Çeşmibülbül burgacında yükselip

Umuda huruç eden selçuki derviş

Sen zor bir küheylansın" (Aydın Hatipoğlu)

Acı bir yüz ister senden, keder iki; ama yalanın bin yüzü vardır. Devrimin şenliğinden söz ediyor bir asi dil. Sorsan kaç devrim eskitti bakışların... Bilmiyor, Robespierre'in acısını da yıkımını da: "Özellikle özgürlüğün düşmanları için sızlanan duyarlılık beni kuşkulandırır." Evet, hayat biriktirir; acıyı da sevinci de kederi de...Ama yalanı biriktiremez.

Yağma, sürüleşme çağının bigâne dili de olsa; yalanla kurulan duvar tutmaz. Gene de iyi sözler gerek bize, umuda su taşıyan sözler...Dile çare olan sözler...

"Bulutların sis çıkarmasının bir nedeni de

Aralarında esen rüzgârlardır.

Küt kenarlı, çatallı bulutlar yüzer gökte.

Görmüşüzdür, sık bir ormanda rüzgâr esince

Yapraklar hışırdar, dallar çatırdar.

Kasırganın kabaran öfkesi kimi zaman

Karşıdan saldırıp biçer bulutları.

Rüzgârın gökte nelere yol açabileceğini,

Yüzümüze vuran tatlı yelden kestirebiliriz;

Burada bile esti mi, kökünden söker ağaçları.

Dalgalar da vardır bulutlarda

-Gümbürtüyle çatırdayan dalgalar-

Derin ırmaklarda, denizlerde köpürenler gibi." (*)

Yüzümü doğaya dönünce ferahlıyor içim. Hayatın neler biriktirdiğini düşündüm işte...Üzerinde yaşadığımız doğanın, kara parçasının gününü gecesini... Sözlerin biriktiği/biriktirdiği yerdeyim şimdi. Göz ucuyla bir hayatın savunucuları uykularında henüz. Ama çığırtkanlar:

"Ver, kurtul!"

Oysa, ötede bir araya gelenler: "Katalanlar bağımsızlık için oy verebilir ama İspanya, tüm renkleriyle daha iyi."

Şimdi neden, nerede yabanıl durduğumuzu; kan revan içindeki Ortadoğu'nun hiçbir zaman bir parçası olamayacağımızı bilmem nasıl anlatmalı bu gece havarilerine...

______

(*) Evrenin Yapısı, Lucretius; Çev.: Tomris Uyar-Turgut Uyar, 1974, Hürriyet Yay., 260 s.