Hayat Mecmuası’nda bir reklam
İzin dönüşü vedalaşmak için buluştuğum akademisyen dostum irice bir zarf tutuşturdu elime. “Sahafları gezerken rast gelmiştim bu eski mecmuaya; uçakta okursun.” dedi.
Böyle hatırnaz davranışlar çok duygulandırır beni. Dayanamadım, oracıkta zarfından çıkarıverdim incelikli armağanını: “Hayat Mecmuası, 6 Mayıs 1960, Sayı:19”
Şöhretin ve varsıllığın ışıl ışıl gülümsettiği genç bir çiftin yandan çekilmiş güzel fotoğrafı süslüyordu mecmuanın kapağını. Fotoğrafın altında, “Senenin en meşhur çifti: Prenses Margaret ve Antony Armstrong-Jones” yazıyordu. Hayat Mecmuasının bu sayısının basıma girdiği gün meğerse İngiliz Prenses Margaret düğün arifesindeymiş!
Kapaktaki diğer içerik duyuruları ise şöyleydi: “On Binlerin Kapıştığı Sihirli Mesir Macununun 420 Yıllık Reçetesi”, “İtalya'yı Altüst Eden Film: Tatlı Hayat” ve “1959-1960 Milli Lig Şampiyonu Beşiktaş Takımının Posteri Orta Sahifelerde”
Yüzümdeki ilk heyecanın azıcık söndüğünü fark etti dostum: “Kapağa takılma!” dedi, “Ne İngiliz Prenses ne mesir macununun reçetesi ne de tutmadığını bildiğim Beşiktaş'ın posteri için aldım bu mecmuayı sana; yirminci sayfadaki reklamı görmeni çok istediğim için sakladım!”
Reklamı merak ettim bu kez de. Mecmuanın yağlı kasap kağıtlarını andıran gevrek sayfalarını çevirirken, tatlı tatlı gülümseyen dostum hafifçe uyardı: “Şimdi okuma ama! Uçağınız Frankfurt semalarındayken bakarsın!” Ricası, merakımı bastırdı. Başımla onaylayıp yeniden zarfına özenle yerleştirdim mecmuayı...
Okumayı söktüğüm yetmişli yıllarda, Hayat Mecmuası hâlâ gazete bayilerinin mandallı tel askılarındaydı. Dönemin tanınmış gazetecilerinden Şevket Rado'nun başında olduğu mecmua, yayın hayatına ellili yılların sonunda İstanbul'da başlamıştı. Yazı ve yayın kurulunda Şevket Rado, Kemalettin Tuğcu, Naşit Hakkı Uluğ, Nezihe Araz, Çetin Emeç... gibi saygın yazarların bulunduğu bu mecmuanın magazin haberlerinden reklam metinlerine kadar her satırı okurlarına Türkçenin tadını duyumsatan duruluktaydı.
Ünlülerin aşklarını, evliliklerini, lüks içindeki yaşamlarını halkın merak etme hastalığının da bir sonucu olarak, daha ilk yılından itibaren iki yüz bin gibi rekor satış sayısına ulaşmıştı mecmua. O yıllarda, ilkokul mezunlarına bile okuma alışkanlığı aşılanmış olmasının da mecmuanın fazla okunurluğundaki payı yadsınamaz elbette. Kendi ilçemden biliyorum, halı dokuyan eli kınalı bozkır kızları bile Kayseri'ye sıkça gidip gelen yakınlarına, tanıdıkları otobüs şoförlerine Hayat mecmuasının kaçırdıkları sayılarını ısmarlıyorlardı. Kapandıktan sonra da, manavların kese kağıtlarıyla, bakkalların kuruyemiş külahlarıyla uzun yıllar evlere girmeye, yaşamımızda olmaya devam etmişti Hayat mecmuası...
Uçakta okumaya başladım mecmuayı. Pilot, Frankfurt semalarındayız, inişe geçiyoruz, çağrısını yapar yapmaz, dostumun ricasına uyup yirminci sayfadaki reklamı buldum hemen. Reklam Türk Hava Yolları'na aitti. Frankfurt'un havadan çekilmiş iki eski fotoğrafı ile bezenmiş sayfada bir reklam metnini değil, altmışlı yıllarda başlayan göç serüvenimizi anlatan bir öyküden kopartılmış parağraf okuyordum sanki:
“Türk Uçakları Şimdi de Frankfurt'ta! Frankfurt'a Haftada Üç Sefer!
10 Mayıs'tan itibaren THY uçakları Roma'dan sonra Frankfurt semalarında da görülmeye başlayacak. Eski Alman imparatorlarının taç giydikleri bu tarihi şehir artık THY uçaklarının bir uğrağıdır. Türk Hava Yollarının Almanya'nın bu en büyük ticaret ve sanayi merkezi ile yurdumuz arasında tesis ettiği devamlı seferler sizin Almanya'ya kolay ve çabuk gidip gelmenizi, işlerinizi daha süratle ve şahsan takibetmenizi sağlıyacaktır.”
Bilmiyordum. Demek ki Türkiye'den Frankfurt'a ilk uçuş hikayemiz 10 Mayıs 1960'ta başlamıştı.
Doksanlı yıllarda Frankfurt Havalimanı Postanesinde beş yıl çalıştıktan sonra, ekmeğimi yine havalimanında, bu kez taksi sürücülüğünden kazanmaya başlamıştım. Yokuşlu büküşlü göçmenlik yıllarımın göz tanığı olan dostum, bu mecmuayı benim için boşuna saklamamıştı. Alaçam ormanlarının üstünden hafif kavislerle Frankfurt'a alçalan uçakta yüreğim esrik duygular içinde çarpıyordu yine. O yılların sanayi kenti Frankfurt, şimdi başı bulutlara değen dev bankalarıyla kapitalizmin bir özeti gibi aşağıdan soğuk soğuk bakınıyordu bize.
Bu tecim kentinin semalarında 10 Mayıs 1960'tan beri süzülen her uçağımız, türlü türlü acıları, sevinçleri, heyecanları usanmadan taşıdı durdu bugünlere kadar. Cenazelerini hüzünle memleketlerine götürenler, memleketlerinden gelin getirmeye gidenlerle aynı uçağın komşu koltuklarında sessiz sessiz uçtular on yıllardır.
Taptaze umutlarla gelenlerin uçaklara sığmayan meraklı bakışları, buraları bir türlü evsinememişlerin bezgin bakışlarıyla altmış yıldır buluştu durdu Frankfurt'un kurşuni göğünde...