Hayatı değişen kuşaklar
27 Mayıs’ı sevinçle karşılayan, dürüst, mesleğine bağlı, ülkede işkence olmadığını iddia eden bir yargıcın, 1978 yılında oğlunun ölümüyle içine düştüğü çıkmaz ve kıstırılmışlığı anlatan Sis filmiyle ilgili olarak o yıllarda Zülfü Livaneli’yle yapılan bir röportajda, ünlü yazar o yakın tarihin alacakaranlık içindeki karmaşa yıllarını şöyle özetler:
“Ben Türkiye’de medyanın kullanılışı ve bürokrasinin manipüle edilişinin yüzlerce insan hayatını zedelediğine, giderek yok ettiğine inanıyorum. Film esas bunu anlatıyor. Yıllar önce Victor Hugo’nun bir kitabını okumuştum “Deniz İşçileri” diye... Hugo şöyle diyordu; Yanardağlar nasıl taşları fırlatırlarsa, sosyal eylemler de insanları öyle fırlatır...”
Bu söz beni çok etkilemişti. Benim hayatım, benim ailemin hayatı da öyle oldu. Haber bültenleriyle hayatı değişen kuşaklarız biz. Haberlerde yer alan bir olayla biz kimi zaman evlerimizi terk ettik, kentimizi terk ettik, kendimizi ülke dışında bulduk. Politik manipülasyonlar çok insanın ve ailenin kişiliğini parçaladı. Ben bu parçalanmış kişilikleri anlatmamak istedim ve çıkış noktam, Hugo’nun o sözü oldu...”
Sis filminin üzerinden yıllar geçti...O yılların üzerinden de... 70’li yılların son çeyreğinde yaşananları, üzerinden onca yıl geçmesine karşılık anımsamak bile kimi zaman acı veriyor insana, sıradan kullanımıyla kardeşin kardeşi vurduğu, Sis filminde yargıç babaların bile çaresiz kaldığı o yıllar, bir bakıma her bir şeyin suçlanıp da birbirine karşı olduğu yıllardı.
Bizim sinemamız westernlerden (kovboy filmlerinden), science-fiction’a (bilim-kurguya), fantastik filmlerden, tragedyalara her bir türü ve de eğilimi anlattığı halde, politik konulara, özellikle de yakın dönemdeki siyasal-toplumsal olayların sinemaya aktarılmasına pek sıcak bakmamıştır. Bu sıcak bakmayış; bu alana duyulan ilgisizlikten değil, aksine, bu alanda yapılanların karşına çıkan, siyasal iktidarlar güdümündeki sansürün hoşgörüsüzlüğü nedeniyledir. Sinema tarihimizde politik ya da toplumsal olgulara değinip de sansüre takılmayan tek bir film yoktur demek, inanın bir abartı sayılmamalıdır. Türk sinema tarihinde belki de hiçbir ülkenin sinema literatüründe olmayan “Danıştay Kararı” ile halkının karşısına geç de olsa çıkma şansına erişen bir çok film bulunmaktadır.
Sinemamızda politik nedenler ya da siyasal görüşleri yüzünden en fazla bedel ödemiş yönetmenlerin başında hiç kuşku yoktur ki, Yılmaz Güney gelir. Sinemaya girdikten sonra gerek oyuncu ve gerekse yönetmen olarak yaptığı filmlerle Anadolu seyircisinin bugüne dek olmadık bir biçimde ilgisini gören bu sanatçımızın ilk dönem filmlerinden hiç biri, evet, hiç biri, o dönemlerde büyük yerli yapımcıların tekelinde olan ve ayak sistemi olarak tanımlanan Beyoğlu sinemalarında gösterime girememiştir.
Tekrar Zülfü Livaneli’nin yıllar önce yaptığı söyleşideki sözlerine dönelim: “Haber bültenleriyle hayatı değişen kuşaklarız biz” diyor. Ve ardından da bir bakıma sürgün yıllarına gönderme yapıyor...
Bazen zaman durmuş gibi oluyor... Sanki hiçbir şey değişmiyor... Kimi alışkanlıklar yinelenip duruyor... Bir sözle değişen yaşamlar gibi...
Zülfü Livaneli’nin Sis’inden yine aşağı-yukarı o yıllara denk düşen Yusuf Kurçenli’nin Rıfat Ilgaz’ın yaşanmışlıklarını anlattığı Karartma Geceleri filmin jeneriğine gidelim. Orada da “Güzel bir dünya kurma isteği insanlara acı getiriyor” diye bir yazı yok muydu?