Hayranlıkla izlediğim genç fotoğrafçı Adem Meleke

Adem Meleke, çalışkan kendini işine, fotoğrafa adamış hayranlıkla izlediğim genç fotoğrafçılardan birisidir. Onca yoğunluğunun içinde bir fotoğraf dergisini de yayımlıyor. Bir dergiyi bir yayını yayımlayan insanlar benim için önemlidir. Çünkü onlar zamanlarını ve ekonomik olanaklarını o yayın için harcarlar. Bende yıllarca bir başıma yerel bir gazete yayımladım. O süreci çok iyi bilirim. Böylesi insanları hayranlıkla izlerim. Adem, Coşkun Aral’dan çok etkilenmiş onu çok seviyor. Adem’in çok başarılı işler yapacağına yürekten inanıyorum. İşte sorularım ve cevapları

Nerede doğdunuz? Çocukluk yıllarınızı, o yıllardaki meraklarınızı anlatır mısınız?

1972’de İstanbul Hasköy’de doğmuşum. Tüm çocukluğum ailemin memleketi olan Samsun/Bafra’da geçti. İletişimin neredeyse tüm ülkede çok kısıtlı olduğu bir dönemin çocuğuyum. Tek kanallı televizyon, politika ağırlıklı gazeteler ve sadece devletin okumamıza izin verdiği kitaplar ile dünyayı anlamaya çalıştım. Kozmopolit bir yapıya sahip olan Bafra’da eğitim düzeyi yüksek olmayan bir aile içerisinde neredeyse hiçbir vizyonlu hedef ile karşılaşmadım. Ancak hayal gücüm çok yüksekti, okumayı seviyordum.

İKİ ÖZEL ANIM

İki özel anım sorunuzun cevabını okurların anlamasına yetecek sanırım. Bafra’da kitap satan iki kırtasiye vardı, birisi sadece dini kitaplar satıyordu. Roman ve benzeri kitapları diğer kırtasiyede bulabiliyorduk. 1980 darbesinin en baskıcı günlerinde bir gün kırtasiyeye gitmiştim amacım yeni bir roman almaktı. Ancak kırtasiyede benim okumadığım herhangi bir roman yoktu. Kırtasiyeci bana tezgâh altından Raif Karadağ’ın Petrol Fırtınası isimli kitabını ve Almanca bir National Geographic dergisi vermişti. Dünya üzerindeki Petrol Savaşlarını ve o gün henüz adı konmamış Büyük Ortadoğu Planını anlatan bu kitabı ve hiçbir kelimesini anlamadığım Almanca dergiyi satır satır okudum. Hatta dergiye bir mektup yazıp bana Türkçesini göndermelerini istedim ama mektubu gönderemedim. O günkü bilgime göre bütün yabancılar aynı dili konuşuyor ve herkes Türkçe anlıyordu. Okuduğum, televizyonda gördüğüm her şeyi merak ediyordum. O zamanlar merak ettiğiniz bir şeyin izini sürmek pek mümkün değildi bu nedenle önce merak ediyor sonra hayal gücümle cevaplar uyduruyor ve bunları içeren bir kitap yazıyordum.

COŞKUN ARAL’LA TANIŞMA

İşte bu hayal gücü ve merak ve o gün benim için tıpkı Süpermen gibi film karakteri olduğunu düşündüğüm Coşkun Aral ile tanışma ümidi beni 17 yaşımda bir karpuz kamyonunun kasasında İstanbul’a getirdi. Üniversitede foto Adem’dim. Arkadaşlarımın fotoğraflarını çeker, Sirkeci’de tab ettirir kart olarak satardım. Söylemeden geçemeyeceğim 2019 yılında Coşkun Aral nikah şahidim oldu. Yani süper kahramanım, ustam oldu, abim oldu…

Fotoğraf serüveni, söyleşilerinizden öğrendiğim kadarıyla “Hindistan tutkusu” ile başlıyor. Hayalinizdeki Hindistan, gördükleriniz/ gözlemlerinizle çakıştı mı?

Yılda birkaç kez görebildiğim bir dayım vardı. Yakın ailenin en okumuşu en kültürlüsü o idi. Diplomalı değildi belki ama benim için profesördü. Rahmetli olduğu 1987 yılına kadar (15 yaşım) tek ilham kaynağım oydu. Sanırım 5-6 yaşlarındaydım (okuma biliyordum) o dönemin en meşhur sorusuna “büyüyünce ne olacaksın” cevabımı bulmuştum “Hindistan’a gideceğim”. Hindistan’da ne yapacaksın sorusuna ise cevabımı yine dayım sayesinde buldum. Köydeki dedemin evine minibüsten indikten sonra yarım saat yürürdük. Yolun sonuna doğru üzerinde bulunduğumuz tepeden ev görünürdü. Bir gün dayım ile yürürken boynundaki makinayı çıkardı ve elime verdi (tanıdığım fotoğraf makinası olan tek kişiydi). Uzun bir anlatıdan sonra evin fotoğrafını çekmemi istedi. İşte o andan sonra ben Hindistan’a gidecek ve fotoğraf çekecektim.

İlk yurt dışı seyahatim Bangladeş’e oldu oradan Hindistan’a geçtim. Oraların, sokakları, insanları, kaosu hatta kokuları bile benim için tam bir Nirvana olmuştu. Sonra defalarca Hindistan’a yolculuk yaptım ve sanırım ömrüm-imkanım elverdiğince oraları fotoğraflamak benim için en özel şey olacak.

SEYAHAT FOTOĞRAFLARININ RUHU

Adem Meleke’ye göre seyahat fotoğrafları, yazı röportajlarının özü, ruhu nasıldır? Önemsediği temalar var mıdır?

Seyahat, ürün, düğün, sanatsal ve bilumum fotoğrafçılık türünün benim için tek bir tanımı var. Zaman, mekân, nesne (insan ya da obje) ilişkisini doğru kurup hikayenizi anlatmak. Sayın Bülent Eczacıbaşı’ndan duyduğum Ansel Adams’ın bir sözü benim de en büyük kılavuzum oldu. “Fotoğraf makinasının en önemli parçası 30 cm arkasında duran insandır”. Tema ne olursa olsun çektiğim fotoğraf benim daha önce okuduğum bir kitaptır, dinlediğim bir şarkıdır, tanıştığım bir insandır.

O fotoğrafta mutlaka bir parça “Ben” vardır. Fotoğrafçılığımda “iyi fotoğraf çeken, iyi bir insan olma” idealimi çok önemsiyorum. Bu nedenle göçmenlik gibi, adaletsizlik gibi ve çevre gibi konuları özellikle çalışıyorum. Konu ne olursa olsun idealim bir gün merhum Abdurrahim Karakoç’un o ölümsüz dizelerindeki “lambada titreyen alev üşüyor” mısrasının şiirde yarattığı etki kadar etkili bir fotoğraf çekebilmek.

Gezgin Foto’yu nasıl kurdunuz, okurlar nasıl edinirler nerelerden alabilirler? Abone sisteminiz var mıdır?

Gezgin Foto benim fotoğrafçılık serüveninde cevabını çok zor bulduğum sorularımı soran, genç-yaşlı tüm fotoğraf sevdalıları için çıkardığım ve ülkeme bir vazife olarak gördüğüm bir iş. Bu nedenle Anadolu’nun en ücra köşelerine bile dağıtmaya çalışıyoruz. Meraklıları tüm kitapçılarda ve büyük marketlerde bulabilecekleri gibi web sitesi üzerinden abone de olabilirler.

MOBİL FOTOĞRAFÇILIK/FOTOĞRAFIN DİLİ

Ödüller aldınız, bunları da anlatır mısınız? Kitaplarınızdan “Mobil Fotoğrafçılığın 33 Altın Kuralı” kitabınızı çok merak ediyorum. Okurlar bu kitaba nasıl ulaşır? Çok önemsenmesi gereken bir kitap çünkü insanlık mobil fotoğrafla yaşamını sürdürüyor/renklendiriyor.

Ödüllendirilmeye çok saygı duymama rağmen alınmış bir ödülü çok önemsemiyorum. Benim için bir fotoğrafımın izlenmiş ve anlaşılmış olması her şeyden önemli. Örneğin Ayasofya’nın cami olarak açılmadan önceki son gece çektiğim fotoğrafın tüm ülkede bir tarihi olayla (taraf olsam da olmasam da) özdeşleşmiş olması ve hiç tanımadığım insanların evinde onlarca fotoğrafımın duvarda asılı olması en büyük ödül.

Mobil cihazlar bize sözlü iletişimin yanında çok önemli yeni bir dil sundu ve bu dil şu an yeryüzünün en çok konuşulan dili “Fotoğrafça”. İşte bu kitabım bu dilin en azından belli ölçülerde doğru konuşulmasını sağlamak amacı ile yazıldı. “Mobil Fotoğrafçılığın 33 Altın Kuralı” kitabıma arzu edenler çevrimiçi satış kanallarından ulaşabilirler.