HDP kapatmalardan beslenmedi

Bazı çevrelerde çok yanlış bir görüş var. Parti kapatmalar kapatılan partiyi besliyormuş. HDP’nin kapatılması aslında HDP’ye yararmış çünkü bu parti kapatıldıkça büyümüş. Görünüşte iyi niyetli ve Türkiye’yi korumaya çalışıyormuş gibi görünen bu gerçek dışı görüş, HDP karşısındaki ideolojik zaaftan kaynaklanıyor. Kimlik siyasetlerine söyleyecek sözünüz olmadığı zaman işte böyle savrulursunuz. Cumhuriyet yurttaşlığının çok hukuklu eşit yurttaşlık iddiasının seçeneği olduğu gerçeğinin altını dolduramadığınızda, HDP gibi kimlik-merkezli siyaset odaklarından duyduğunuz korkuyu bu tür söylemlerin ardına gizlemek zorunda kalırsınız.

Bir partinin kapatıldığı halde siyaset sahnesine daha da kitleselleşerek geri dönmesi elbette mümkündür ve dünyada örnekleri vardır. Ama bu sadece “kapatıldı” diye olmaz. Kuvvet toplama, o partinin sözcülüğünü yaptığı halk hareketinin yükselişi ile ilgilidir. Bir parti toplumda giderek daha büyük kitleleri kavrayarak yükselen bir talebin sözcüsü ise, kapatılması anlamsız olur çünkü halk hareketleri kapatılamaz.

Türkiye’de yakın geçmişe bakıldığında kapatılmış partilerin siyaset sahnesine daha da güçlenerek geri döndüklerinin örneğini göremiyoruz. Refah Partisi 1995 genel seçimlerinde yüzde 21.38 oy almıştı. 1998’de kapatıldı. Yerine kurulan Fazilet Partisi 1999’daki genel seçimlerde yüzde 15.41 oranına geriledi. Ardından o da kapatıldı ve bölündü. Saadet Partisi’nin kuruluşuna katılmayanlar AK Parti’yi kurdular.

Yüzeysel bir bakışla, AK Parti’nin 2002’de tek başına iktidara gelmesinin Refah ve Fazilet Partilerinin kapatılmasına halkın verdiği tepkiden kaynaklandığını zannedenler olabilir. Oysa derinleşen ekonomik krizin etkileri ve ABD’nin ikinci Körfez Savaşı öncesi kararlı bir müttefik istemesi gibi özgül nedenleri bir yana, iktidara gelen programın Erbakan’ın Milli Görüş’ü olmadığı açıktır.

Kapatılan başka partiler de oldu. Çok sayıda komünist partisi kapatıldı. Hiçbiri daha da güçlenerek gelmedi. Yeşiller Partisi kapatıldı ama bu ekoloji hareketinin daha da kitleselleşmesine neden olmadı.

PKK’nın yasal partileri için de durum böyle midir? 1995 genel seçimlerinde HADEP’in oyu yüzde 4 idi. 1999’da barajın altında kalınca sonraki seçimlerde bağımsız adaylıklarla Meclis’e girdiler. 2007’de bağımsızların oy toplamı yüzde 5; 2011’de ise yüzde 6,5 idi. Yani HEP, DEP, HADEP gibi partilerin kapatılmaları oylarının artmasına neden olmadı. Ancak 2009’da Açılım Süreci’nin başlatılması, kamuoyundaki havayı değiştirdi. PKK’nın devlet tarafından muhatap alınmaya başlanmasıyla, BDP (HDP) tezlerinin meşrulaştırılması yönünde büyük bir destek zemini yaratıldı. Sistemin, ayrılıkçılığın varlığını halk nezdinde meşrulaştıracak bir tutuma yönelmesi ile HDP’ye adeta “uçtu uçtu” yaptırıldı ve oyları yüzde 13’e kadar taşındı. Eğer HDP bu rüzgârın estirildiği sıralarda kapatılsaydı, kamuoyunda yükseltilen itibarından dolayı, kapatma davasından güçlenerek çıkabilirdi. Ancak öyle bir durumda da bu sonucun kalıcı olamayacağını öngörmek hatalı olmazdı. Neden mi?

HDP dün olmadığı gibi bugün de giderek yükselen bir halk hareketinin sözcüsü değildir. Kamuoyundaki egemen görüş, PKK’ya haksızlık yapıldığı, bu örgütün aslında mazlum kitlelerin sözcülüğünü yaptığı, ona yönelik terör örgütü suçlamasının zorlama olduğu, onu anlamak ve taleplerini karşılamak gerektiği yönünde değildir. Buradan hareketle geniş kitlelerde Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile PKK arasında bir an evvel görüşmelerin başlaması ve devletin hatasından dönerek bu meşru siyasal gücü tanıması gerektiği yönünde bir beklenti yoktur. Bunları boşuna yazmıyorum; farkında olmayanlar olabilir ancak HDP’nin bütün siyasal iddiaları bu saydığımız eksende inşa edilmiştir.

Eğer HPD ve PKK’nın iddialarının meşruluğu yönünde giderek yükselmekte olan bir halk hareketi yoksa kapatma kararından güçlenerek çıkacak bir parti de yoktur. Açılım sürecinin bitmesinden sonra batıcı muhalefetin, AK Parti’ye karşı HDP’yi “demokrasi cephesinin” meşru bileşeni ilan etmesi, kapatma karşısında açılım sürecinde beklenebilecek sonucu doğurmaz. Nitekim HDP’nin güneydoğuda aldığı yüksek oy oranına rağmen Kobani olayları sırasında yaptığı halk ayaklanması çağrısına, kimsenin itibar etmemesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Açılım döneminin hormonlu büyümesi kimseyi yanıltmamalıdır.