Hem AB-D askeri hem antiemperyalist
Ülkemizde bazı yazarlar ABD’nin hedef tahtasına koyduğu Maduro’ya hakaret ederek derin görgü ve bilgilerini sergiliyor... Okudukça bu yazarlardan ilham alarak dünyayı daha iyi tanıyoruz! Aynı yazarlar 2015 Temmuz’unda TSK, PKK kamplarını yerle bir ederken, "dağı taşı bombalıyorlar..." demişti. ABD’yi hedef alan Fırat Kalkanı Harekâtı’na karşı çıkmış, HDP için derin matematik bilgileri ile düşman çatlatmıştı. Bir de Veli’nin hikâyesi var ki insanın yüreğini burkuyor. Arşivler orada duruyor. Dileyen bakabilir... Trump’ın, "savaş açalım" dediği Maduro’ya saldırmanın dayanılmaz hafifliği bir roman konusu olur. İşin içinde AB-D olunca, herhalde akan sular duruyor. İşin güzel (!) tarafı, kendini Cumhuriyetçi, Atatürkçü olarak tanımlayan kitleleri bu yazarlar yönlendiriyor. Ne diyelim, alan razı, veren razı, Allah beraberliklerini bozmasın!
BASIN KİMİ POMPALIYOR...
Ülkemizde geniş bir kitle fikri, kuramsal ve ideolojik bir derinlik olmadığından kavram kargaşası içinde yaşıyor. Basın ve yayın organlarının bombardımanı ile halkın kafası karmakarışık ediliyor. Fikirler ve ilkelerden ziyade kişileri ön plana çıkardığımızdan, ileri doğru adım atamıyoruz. Ülkemizdeki oligarşinin işaret ettiği kişileri basın pompalıyor. Öyle bir ortam yaratılıyor ki dayatılan kişiye bir kutsiyet veriliyor. Onun etrafında fikirlerin giremeyeceği bir duvar örülüyor. Böylece o kişiyi fikir bazında eleştiren çevreler egemenlerin oklarının yanı sıra toplumsal bir tepki ile de karşılaşıyor. Böylece toplum giderek durağanlaşan ve çözüm üretemeyen bir hüviyet kazanıyor. Bu ise AKP iktidarının ekmeğine yağ sürüyor.
ÇARKIN DİŞLİSİNE ÇOMAK
Bu kısır döngü toplumu ileri sıçratacak, yaratıcı fikir ve düşüncelerin halka ulaşmasını engelliyor. Sis perdesi nedeniyle halk kendisini refah ve mutluluğa taşıyacak fikirlerden ziyade, "Emin iyidir; Hüseyin daha iyidir; Hasan’a güvenilmez!" gibi algı operasyonları ile magazin dünyasının içine hapsediliyor. Bu nedenle zaman içinde kişiler değişiyor ama toplumsal ve sosyolojik anlamda değişen hiçbir şey olmuyor. Düzenin dişlileri farklı isimlerle her türlü yeniliği ezmeye devam ediyor. Bu durum insana Neyzen Tevfik’in dizelerini hatırlatıyor: "Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti./Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!/"
TÜRK TİPİ ANTİEMPERYALİZM
Tanınmış bir siyasetçi "antiemperyalist" olduğunu ileri sürüyor. Ama aynı zamanda ABD ile sıcak ilişkiler tesis edilmesini savunuyor. Aynı siyasetçi PKK’nın siyasi kanadı olan HDP ile yakın ve sıcak temaslar kurulmasının faydalı olacağını düşünüyor. Böyle bir tavrı vatanseverler çok kolay değerlendirir. Ancak geniş bir kitle medya karartması nedeniyle taşları yerli yerine koyamıyor. Atlantik ve AB’nin yönlendirdiği basın ve yayın organları slogan ve klişe laflarla siyasetçiyi ustalıkla gizliyor.
AB-D çizgisinde olan siyasi eğilimler ve siyasetçiler ve hatta gazeteciler de koruma kalkanı arkasında kendilerine yer bulabiliyor. Mesela Tunceli’de Seyit Rıza adlı hainin gölgesinde , "Dersim Cumhuriyet’in cinnetidir!" diyen siyasetçiyi ne anlı şanlı Atatürkçü (!) basın ne de Atlantik basını görebiliyor. Böyle bir eylemin haber değerinin olmadığını kimse ileri süremez!
O siyasetçi topluma, "güvenilir ve cesur bir Atatürkçü" olarak pazarlanıyor. O da mikrofonu buldu mu mangalda kül bırakmıyor. Böylece olgulardan kopuk yapay bir siyaset zemini oluşuyor. Gerçeklerin yerini demagoji alıyor. Sağlıklı, dürüst ve analitik analizler toplumda karşılık bulamıyor. Antik çağlarda Atina’da kalabalık gördü mü nutuk çeken demagogları mumla aratan siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler her yeri çürütüyor.
Filozof Kant Aydınlanmayı, "insanın aklını özgürce kullanması olarak" tanımlıyor. Ama ülkemizde kurulan düzen, "insanın aklını özgürce kullanmasını engellemeye" dayalı mekanizmalarla ayakta durmaya çalışıyor. Dezenformasyon ve algı operasyonları ile gözlerimizin önüne perde indiriliyor.
BENCİLLİK BU KADAR OLUR!
Ülkemizin kaderinin belirleneceği kritik bir süreçten geçiyoruz. Bu dönemde hem iç hem bölgesel hem de küresel koşulları doğru olarak değerlendiremezsek, karşımıza ağır bir fatura çıkar. Kendi kişisel hesapları, duygu dünyaları ve özel çıkarları için topluma yön vermeye kalkan geniş bir çevre var. Bu kesim kendisinden başka hiç kimseyi düşünmüyor. Egemen çevreler nezdinde kazandığı ayrıcalıklı konumunu kaybetmek istemiyor. Kendi bencilliğini süslü lafların arkasında ustalıkla gizliyor. Zaman zaman antiemperyalist söylemleri olsa da en kritik aşamada AB-D tarafında cepheye giriyor. Bu çevreler gerçek, toplumsal ve katılımcı bir muhalefetin oluşmasının önündeki ayak bağlarıdır.