Hepimiz Azeriyiz!
Cemal Süreya, yazı hayatının düşünceyle başladığını söylediği Vedat Günyol’u şöyle anlatır: “Çok iyi öğrenim görmüştü. Birkaç dil biliyordu. Kendisinden yararlanmak istediler. Bugün Türkiye’nin en zengin avukatı olabilirdi. Ne yaptı? Tercüme Bürosu’nda görev aldı. Orta öğretim kurumlarında yabancı dil öğretmenliğini yeğ tuttu. Evet, düşünce. Yücel dergisindeki kitap tanıtma yazılarında sanat yapıtlarında hep ana düşünceyi, dünya görüşünü yakalama ve her şeyi ona göre değerlendirme çabası içindeydi.” İhale takipçiliği, evet efendimcilik, param olsun da rezil bile olurumculuk tarzı meslekler yerine dergi çıkarmayı, çeviri yapmayı seçmiştir.
Dünya görüşü diye bir şey var değil mi? Sahici aydın Günyol, daha sonra çıkaracağı Yeni Ufuklar dergisinin 1955 yılı Kasım sayısında Bölmeli Kafalar başlıklı bir başyazı kaleme alır. Burada, bugün bile kendine aydın diyen (insanın kendini böyle tanımlamasındaki trajedi Macbeth’e eşdeğer) kitleye nefis “ayar verir.” Vegan köfteden (vegansak neden köfte), sahildeki pet şişeye dek akla gelen her konu, her “katliam”, “soykırım” için harekete geçerken yani imza toplarken (başka şey yapamazlar), Azerbaycan’da Ermeni ordusunun katlettiği sivillere dair tek söz etmemiş bu kişilere ne denebilir?
Bu kalabalığın meşhur sloganı “hepimiz Ermeniyiz” olduğu için mi Azerbaycan’a ses etmediler? Sanmam. O slogandaki inceliği görmüyor değilim. Peki bu yanda ölenler? Memleketin aslan evladı Hrant Dink için canı yanan insanın, Azerbaycan’da katledilen iki aylık bebe için ses çıkarmaması mümkün mü? Diyeceksin ki herkes her şey hakkında konuşmak zorunda mı? Değil tabii efendim. Sorumluluktan, somutun sınavından, gerçeğin çölünden tüymenin en güzel yolu da budur zaten. Oysa gizli ve neredeyse sözsüz bir anlaşmayla bizde çoğu aydın her zaman “bir taraf”ın insanıdır, düşüncenin değil. Bir şehit ailesi için tek laf etmemiş usta yazar, hayatını “gerilla” için konuşmaya, Türkler onun bunun malına çöktü tarzı tapu kaydı solculuğuna harcar durur!
Günyol da tam bu durumu özetler işte. Kendilerine aydın diyenlerin bir kısmının en büyük sorununu. Bu kimselerin kendine ait bir “duyarlı olunacak konular” listesi var, doğru. O listenin dışına çıkan “insani” sorunlar, ciddi sükut suikastıyla karşılanır. Bak Günyol’a, ne diyor: “Adına aydın dediğimiz kişiler var, birbirleriyle uzlaşmaz düşüncelere kafalarında yer vermeyi düşünce özgürlüğü sayıyorlar.” Oysa, “kültürlü bir kafanın övünebileceği biricik şey, birbiriyle uzlaşmaz düşüncelere yer vermemek, çelişmezlikleri ortadan kaldırmak, kısaca, düşüncelerini bir düzene sokabilmek yetkisi değil mi?”
Aydın olabilmek, düşünceleri metot üzere toplamayı gerektiriyor. Hayata bakarken perspektif oluşturabilmek. Berkin Elvan’a üzüldüğün kadar Eren Bülbül’e; Ali İsmail’e üzüldüğün kadar Aybüke öğretmene de yanabileceğin bir düşünce sistemi... Çocuk ölümü ya da genç ölümü, siyaset tanımaz şeydir. Aydının sistemi, insanlık olmalı. Ermenistan’dan, AB’den gelecek üç kuruşluk fon ya da PKK’lı “yoldaşlar” kızmasın diye sıkı sıkıya kapanmış dudaklar, kendine aydın adını takanlara yakışmaz. Düşüncesini söylemekten caymayan, düşüncesi için özür dilemeyen; fobik derler, faşist derler diye çekinmeyen kişidir oysa aydın.
Örnek mi gerek. Duyarlılık hastalığına, empati marazına kapıldığından değil, anası Ermeni olduğundan sahici Ermeni olan Cem Karaca’nın, Karabağ adlı şarkısına kulak ver. Şarkı 1992 yılında yayımlanan Nerede Kalmıştık albümünde. Söz müzik, Cem ustaya ait... Almanya sonrası Türkiye'ye dönüşünde çalıştığı müzisyenler Cahit Berkay ve Uğur Dikmen'in yardımlarıyla hazırlanıyor albüm. Pop müziğin patladığı sıralarda çıkış şarkısı da yine politik göndermeli Raptiye Rap Rap’tı, hatırla. Karabağ’a döneyim. Aydın namusunu hatırlar belki kimileri: “Karabağ'da talan var / Ak gerdana saldıran var / Demirsen durun gedim / Gözü yolda kalan var / Demirsen durun durun gedim / Gözü yolda kalan var / Şeyh Ahmet Yesevi'nin yaktığı ateş / Ateş değil sanki şerbet iç dolu dolu / Şeyh Ahmet Yesevi'nin yaktığı ateş / Ateş değil sanki şerbet iç dolu dolu / Bin bir nakış söyler yerde kilimler / Ata yurttan Balkan'a ille Anadolu, ille Anadolu / Bu asla bir turan değil muhteşem bir tufandır / Kavuşan elâlem değil Can ile Canan'dır / Şimdi türkü söylemenin işte tam zamanıdır / İki gözüm bu işin yok sağı solu, yok sağı solu...”
Haydar Aliyev, altmışlarda yurtdışında yapılan toplantıda anısını anlatıyor; “Karabağ'da,” diyor “soyunup nehre girdim, bir Ermeni de gelip kıyafetlerimi çaldı.” Oradan bir aydın (!) arkadaş tepki gösterip o zamanlar Karabağ'da Ermeni yoktu diyor. Aliyev’in cevabı net: “İşte ben de size tam bunu anlatmaya çalışıyorum!” Durum biraz böyle işte. Kaldı ki Dağlık Karabağ Özerk Cumhuriyeti, etrafındaki işgal altında diğer bölgelerle birlikte, Azerbaycan topraklarının %20’sidir ki burayla birlikte Ermenistan topraklarının %60’ını oluşturur. Varsın görmesinler!
Dünyanın ABD destekli en büyük grubu soykırım lobisinin işi olacak, Ermenistan’ın Hocalı katliamıyla bölgeden Bakü’ye sürdüğü binlerce Azeri’den hiç söz edilmez. Tarihin cilvesi olmalı. Hocalı vardır tabii. Hiç konuşulmaz aydınlar tarafından. Evet, aydın namusudur, ben Sumgayıt’ı da anabilirim korkmadan ama dilinden soykırım düşürmeyenlerin Hocalı dediğini, Bosna dediğini hiç göremem. Ne bileyim, o kadar rahat biri hiç olamadım. Tiksindim bu aydınlardan ben!
Not: Sevgili okur, biraz sağlık mevzuları, biraz da yorgunluk. Üç yıldır tempom yorucuydu. Biraz izin Caymaz’a. 6 Aralık 2020’de görüşürüz. Bin selam...