Hepimiz Barkın’ız! Hepimiz köle...

- Ülkemizde sadece geçen yıl, iki gazeteci öldürüldü. Kadir Bağdu ve İran asıllı Amerikalı gazeteci Serena Shim...

- Yetmişten fazla gazeteci toplumsal olaylarda yaralandı.

- Şu an cezaevinde 31 gazeteci bulunuyor.

- 62 bin 273 internet sitesi, yasaklanmış durumda...

- RTÜK ve YSK tarafından 2014 yılında 264 yayın durdurma cezası verildi.

- Beş gazete mühürlendi.

- Cezaevlerinde bazı gazetelerin okunmaması ve televizyon kanallarının izlenmemesi için 186 haberleşme yasağı kararı verildi.

- Birçok kanala para cezaları kesildi.

- Gezi Direnişi sonrasında işten çıkarılan veya işsiz bırakılan gazetecilerin sayısı bini geçti.

***

Buraya kadar yazdıklarım; gazeteci derneklerinin 2014’e ilişkin raporlarındandı...

Şimdi o raporlarda yazılmayanı yazayım:

Ülkemizde yerel ve yaygın medyada görev yapan gazetecilerin sayısı en fazla 15 bin kişi...

Oysa 100 civarındaki iletişim fakültesinden sadece bir yılda mezun olan gazeteci adaylarının sayısı 10 bin!

Yani gazetecilik istihdamında arz yok; talep çok...

Bu yüzden patronlar köle fiyatına gazeteci çalıştırıyor!

Bir gazeteci adayının medya gazetelerinin en tepe yöneticilerinden tanıdıkları yoksa işe girmesi mucize...

Peki; diyelim ki bu mucize gerçekleşti ve iş bulundu; iyi de hemen sigorta yapılıyor mu?

Nerede?

En talihlisi, en anlı şanlı “medyanın amiral gemilerinde” bile, bir, bir buçuk yıl kadrosuz çalışıyor!

Kendilerine sadece yemek fişi ve ulaşım için İstanbul Kart veriliyor. 

Kadroya alındıklarında ise yeni muhabirlerin aldıkları maaş bin beş yüz, bilemediniz iki bin lira...

Beş-on yıllık “kalfa gazeteciler”in aldıkları maaş ise kurumuna göre 2 bin 500-3 bin 500 lira arasında değişiyor.

Diğer bir deyişle; milyar dolarlık işadamlarının, paraya para demeyen futbolcuların, safa içinde yaşayan siyasetçilerin, gösterişli magazin yıldızlarının hayatlarını haberleştirerek size yansıtan gazeteci kardeşlerimin yüzde 90’ı yoksulluk ve hatta açlık sınırının altında gelire sahip!

Karın tokluğuna çalışıyorlar; köle gibi...

Bir tek kırbaçlanmadıkları kalıyor!

Ki; kendilerinden daha ucuza çalışacak “güvenilir çaylaklar” bulunduğunda, sık sık işsiz bırakılarak kırbaçlanmış da oluyorlar!

***

Gelelim tüm bunları anlatmamın nedenine:

Hayatımda bir kez bile görmediğim Cumhuriyet Gazetesi muhabiri kardeşim Barkın Bilal Şık; hafta içinde intihar etti!

Gazetesi bile; ölüm haberini verdi de... Utancından olsa gerek, ölüm nedenini yazamadı!

Ben yazıyorum, kardeşim:

Kendini tavana astı 38 yaşındaki Barkın!

Cumhuriyet’in Ankara bürosunda “savunma muhabiri” olarak çalışıyordu.

Asker çocuğuydu.

Disiplinliydi, çalışkandı, özveriliydi!

Tek suçu; görevden alınan Genel Yayın Müdürü Utku Çakırözer’e yakınlığıyla bilinmesiydi!

Borçları gırtlağa dayanmıştı.

Küçük bir çocuğu vardı ve ailesinin desteğiyle ayakta durabiliyordu.

Karısı Elçin de gazeteciydi.

Utku’yu işten atan Cumhuriyet yönetiminin kendisini de atacağını öğrendi Barkın...

Evine geldi; çocuğunu öpüp okşayıp üst katta oturan kayınvalidesine götürdü. Evine dönüp bir veda mektubu yazdı...

Sonrası... Bir ip, bir de sandalye!

Ve ailesinin boşlukta sallanırken bulduğu cansız bir beden!

***

Benim de bedenim boşlukta sallanıp duruyor; onunki gibi...

Altımdan basılı gazete sayfaları, parlak ekranlar geçiyor!

Trilyon kazanan medya patronları, “Onu at, bunu kov” diyen diktatör özentileri geçiyor!

Yazıyorum, televizyon programı yapıyorum, yürüyorum, yiyorum ama... Beş gündür yaşamıyorum aslında!

***

Lütfen elinizi vicdanınıza koyun ve yanıtı siz verin:

Barkın’ın ipini kim çekti?

Ucuz emek politikasını kölelilik düzenine çeviren patronlar mı?

Kendileri milyonlarca transfer ücreti, on binlerce lira maaş, yüz binlerce ikramiye aldıkları için kraldan çok kralcılık yapan gazete, televizyon yöneticileri mi?

Bu kölelik düzenine göz yuman, sadece gazetecilerin değil tüm emekçilerin sömürülmesine zemin hazırlayan siyasetçiler mi? 

***

Hani, Hrant’ın ardından, “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni” demiştik ya da Fransa’daki saldırıdan sonra hepimiz “Charlie Hebdo” olmuştuk ya...

Ben artık Barkın’ım sevgili dostlar!

İhtiyar gözlerimde donup kalan o yaşlar; benim ve benim gibi on binlerce gazetecinin ortak macerasını yaşamaya takati yetmeyen Barkın için...

***

Bir çift söz de o çocuk yürekli saf, güzel, insan kardeşime; Barkın’a:

Seni unutmayacağız çocuk; katillerini ise... Asla!

GÜNÜN SORUSU

Sorum bir asırlık Kemalist Cumhuriyet Gazetesi’ni CHP’deki eğilime uyarak “Fethullahçılar’ın üssü” yapmak isterken, bir gazetecinin ölümüne bilerek ya da bilmeyerek neden olanlara:

Olası F Tipi Örgüt Davası’na, yeni bir “ölüme sebebiyet suçu” eklediğinizin farkında mısınız?

SEVİLAY NEDEN YAZDI? (95)

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı görevini devretmesinin üzerinden 163 gün geçti ama bir türlü Huber’i devredemedi.

Sabah yazarı Sevilay bile artık, “Sayın Gül büyük bir yanlışın içindedir” demeye başladığına göre, demek ki KaçAk Saray’daki arkadaş bile bu işten rahatsız olmaya başladı! Kendisi açıkça, “Çık” diyemiyor; bana destek veriyor olmamak için Aydınlık’a açıklama göndermiyor ama yandaş yazarına yazdırıyor!

Neyse... 100’üncü yazım 14 Şubat Sevgililer Günü’nde yayınlanacak.

Hepinizi o gün saat 12:00’de Huber’in sahildeki kapısının önünde Boğaz keyfi yapmaya davet ediyorum.

GÜNÜN İSYANI

İsyanım; resmi olarak başında görüldüğü partinin seçimlere girecek vekil adaylarını seçmeyi bile Recepbeygillere bırakan Davutbeygillere: 

Davul ağır mı Hoca? Aman tokmağa dikkat, başına gelebilir!