Hikâye

Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi, Türkiye ile müzakereleri durdurma çağrısı yaptı. Gereği yapılacak ve müzakereler durdurulacak. Batılılar Türkiye’de adaletin olmadığını, özel mülkiyetin güvence altında olmadığını düşünüyor. Türkiye’ye güvenmiyorlar. Bu güvensizlik ülkemize yönelik sıcak para akışını güçleştiriyor. Nesnel etmenler Türkiye’nin Batı sisteminden kopuşu yönünde ilerliyor. Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı sisteme elini verip kolunu alamadığı düşünülürse, Türkiye’nin daha dengeli bir ilişkiler ağı içinde yer almasına imkân verecek gelişmeler olumlu sayılmalı. Halkın geniş kesimleri meseleyi böyle görüyor. Ancak böyle düşünmeyen kesimler de var.
Türkiye’nin kaderi üzerinde etkili olan siyaset, bürokrasi ve iş dünyasında, zihinlere Türkiye’nin Batı sisteminden uzaklaşması yönündeki nesnel gelişmeye uygun bir düşünce tarzı henüz yansımadı. Bu kesimlerde Batı’yı bir uygarlık projesi olarak gören ideolojik saplantılarla, sıcak paranın kaynağı olarak gören faydacı yaklaşımlar iç içe geçmiş vaziyette.
Siyaset ve iş dünyasının geniş kesimleri açısından Türkiye’nin Batı sistemiyle tam bütünleşmesi ekonomik bir zorunluluk olarak görülüyor. Bunun gerekçesi, Asya ekonomilerinin Türkiye’nin dışalım yönünden birincil ticaret ortakları iken, Batı ekonomilerinin dışsatım pazarımızı oluşturması. Bu nedenle Batı sisteminden uzaklaşma eğilimi kaygı yaratıyor. Bu kaygıyı besleyen başka bazı nedenler de var. İlk olarak dünya ekonomisindeki küresel eğilimlerin değişmesine karşı hazırlıksızlık duygusu geliyor. Özellikle iş dünyası, işletmelerin ticari bağlantıları düzleminde Türk toplumunun Batı sistemiyle en fazla bütünleşmiş kesimini oluşturuyor. Tam bağımsızlık ve Asya’ya yönelmenin gereklerine uyum sağlama düşüncesi, kendisini on yıllardır Batı otomatik pilotuna bağlamış olanları tedirgin ediyor. İkincisi, iki yüz yıllık modernleşme sürecinin ‘Batılılaşma’ ile özdeş algılanmasının getirdiği kültürel uzaklık, Asya dinamiklerine karşı yabancılık hissettiriyor. Bu nedenle Çin’in bölgemizde giderek artan inisiyatifinin bir fırsat olarak mı yoksa bir tedirginlik kaynağı olarak mı okunması gerektiği konusunda kafalar karışık. Batı’dan kopma düşüncesi, Türkiye’nin içe kapanmasıyla ve ‘dünyadan kopmakla’ özdeşleştiriliyor. Oysa yeni bir ‘dünya’ kurulduğunun onlar da farkındalar. Henüz sindirebilmiş değiller.
Bu koşullarda, ekonomik krizin çaresi Batı’dan borç dilenmeye devam etmekte görülüyor. Erdoğan yönetimi Türkiye’nin kamu borcunun yüksek olmadığını, özel sektörün kısa vadeli borçlarının sorun yarattığını ama bunun kamu borçlanmasına engel olmadığını düşünüyor. Eğer Batılı para kaynaklarına, hükümete güvenmelerini sağlayacak yeni bir ‘hikâye’ anlatmayı başarırlarsa, on milyarlarca dolara varan bir borçlanma yaparak, ülkeyi rahatlatmanın, ardından da yapısal reformlara yönelmenin mümkün olacağını hesaplayanlar var.
Eski ‘hikâye’ şuydu: Erdoğan, 2002’de merkez sağ, liberal sağ ve sol aydınlar ve FETÖ’den oluşan geniş bir cephenin sözcüsü olarak iktidara gelmişti. Kemalist vesayeti ortadan kaldıracak, orduyu ve yargıyı denetim altına alacak, insan hakları ve özgürlükler alanını genişletecek, Ege’de Kıbrıs’ta AB beklentilerine uygun hareket edecek bir hükümet denklemi oluşmuştu. Bu özgürleşme ve demokratikleşme hikâyesi, Batı sisteminin tam desteğini almıştı. Batılı ‘dostlarımız’ Türkiye’ye güven duymaya başlamışlardı. Sıcak para akışı başlatıldı.
Açılımın kapanmasının ardından hikâye kötü sonla bitti. Batı PYD’yi silahlandırarak Türkiye’ye bölünme dayatmaya başladı. Ayrıntıları tekrar anlatmaya gerek yok. Muhalefetin duruşuna bakıldığında, bitmiş hikâyeyi allayıp pullayıp Batılılara yeniden okutur muyuz hesabından öte bir şey görülmüyor. Ancak siyaset, bürokrasi ve iş dünyasının yeni bir hikaye bulup hâlâ Batılılardan borç dilenmekle sınırlı bakış açıları da, o cephede de vizyon diye bir şeyin olmadığını gösteriyor.
Türkiye yeni hikâyesini ancak reel sektörü ayağa kaldırmak, üretime ve Avrasya dünyasına yönelmek temelinde kurgulayabilir. Asya’nın yükselen güçlerine bu hikâyeyi kim anlatacak? Türkiye şimdi onu arıyor.
Not: Geçen haftaki yazımda SHP’nin 1991’de HADEP ile ittifak ettiğini yazmıştım. Doğrusu HEP olacaktı. Uyarısı için Adnan Akfırat’a teşekkür ederim.