Hilmi Yavuz aldattı mı?

“Poetika mı politika mı” başlıklı yazıma hem Özdemir İnce ve Metin Cengiz’den, hem de Hilmi Yavuz tutkunu okurlardan itirazlar geldi. Yazının ilk cümlesi şöyleydi (Aydınlık, 22.10.20: https://www.aydinlik.com.tr/haber/ poetika-mi-politika-mi-221367): “Doğan Hızlan, Hilmi Yavuz, Hasan Bülent Kahraman sacayağının Varlık’ta Enver Ercan’ı öne çıkartarak diyalektik akla ve yurttaşlık bilincine karşı teknolojik donanımlı Yeni Ortaçağ’ın postmodern tüketim programı kapsamında dinsel ve etnik ittifakı entelektüel ortama sızdırma ve yerleştirme girişimi, gün geldi, Türk edebiyat geleneğini silme ereğini yüksek sesle haykırmaya yöneldi.”

Kimi okurlar ve genç şairler, “gelenek konusunda en çok titizlenen” şair olarak Hilmi Yavuz’un ötekilerle aynı teraziye konmasını önyargıyla eş görürken; Özdemir İnce, “hiçbir zaman hiç kimseyle ya da toplulukla güncel beklentiler uğruna uzlaşmaya girmediğini” iletti. Metin Cengiz’se, bana, “yazılarını görmediğim ve okumadığım” suçlamasını getirirken, Aydınlık’ta Özdemir İnce’yle gerçekleştirdiğimiz söyleşi (6 - 10 Temmuz 2016) ve yanı sıra soruşturmadan haberi olmadığını söylemekle, kendisine gönderdiğim soru ve mektubu bile okumadığını itiraf etti. O söyleşiyi, soruşturma ve yanıtları yeni değerlendirmelerle birlikte bu kez Üvercinka’da (Kasım 2020), çağdaş Türk şiirinin hangi saldırılar karşısında bulunduğunu ama nice şairimizin kendi işi ve savaşı için bile umursamaz davrandığını bir daha sergileme niyetiyle ve Tekrarın Tekrarı başlığıyla yayımlamak farz oldu.

TÜRK ŞİİRİNİN LOKMAN HEKİM’İ

Hilmi Yavuz’u, gelenek ve yenilik sarkacında örmeye çalıştığı şiirlerinin yanı sıra 1970’lerde Selahattin Hilâv’la çata çat sürdürdüğü Tanpınar tartışması, başka yazarlarla gerektiğinde tek sözcük için giriştiği sıkı polemiklerdeki titizliği, liselerde Osmanlıca dersleri konması düşüncesi, Marksizm’e dair ve Batı’ya karşı yöntemli tutumu, 1979 TYS Genel Kurulu’ndaki ısrarcı kişiliği vb. nedeniyle sonraki yıllarda da hep ilgiyle izledik, ama düşünce ve duyarlığında hakikate sızamayan bir yapaylık duyumsadık. Yıllar sonra, Toplu Şiirler’i yayımlandığı günlerde (Can Y., 1989), Enver Ercan’ın kendisiyle söyleşisinde “Türk Şiirini Onarıyorum” demişti Broy Dergisi’nde. Demek, Yavuz’un da Balzac’ı Marx Gibi Okumak (1974) yazısında ve nicesinde gönülden savunduğu “en çağdaş olanla geleneği eklemleme” tutumunu Şeyh Bedrettin Destanı’nda görkemli bir anıtla örnekleyen Nâzım, şiirimize aslında nasıl ağır yaralar açmış olmalı ki, Yavuz’u tastamam 40 yıl sonra Bedreddin Üzerine Şiirler’i yazmak zorunda bırakmıştı. Ahmed Ârif’in şiiriyse derman olmak bir yana yarayı azdırmış, Yavuz’a Doğu Şiirleri’ni yazma görevini yüklemişti. Dağlarca’nın, Attilâ İlhan’ın, Cemal Süreya’nın, Turgut Uyar’ın girişimleri, dahası hocalığını dilinden düşürmediği Necatigil’in Batı karşısında Türk şiirini büsbütün yatağa düşüren halleri Yavuz’un lokman hekimliği tutkusunu durmayıp depreştirir.

HÜZÜN YORGUNLUĞU MU

Hilmi Yavuz, Taormina’yla (Afa Y., 1990), edebiyatımızın Batı’yla eşzamanlı olarak ilk kez bir akımda yapıt verdiğini açıklarken postmodernizmi benimsediğini ilan etti.

Bu; sıradan bir ruhsal gelgit, zihinsel yorgunluk, duyarlık seğirmesi, düşünsel şaşkınlık ya da siyasal basiret bağlanması değildi. “Hüzün ki en çok yakışandır bize” dediği için “adı ‘hüzün şairi’ne çıkan” bir hüzün tamircisinin yeni bir örse oturmasından çok daha farklı bir durumu imliyordu. Hüzün Kültürü yazısında (1996), “bizim insanımızı anlatmada hüznün temel kavramlardan biri” olduğunu yeniden vurguladığına kalırsa, bu bir hüzün yorgunluğu da değildi. Hem canım, bu yazıdan çeyrek yüzyıl sonra bile, Yara Şiirleri’nin ardı sıra Lirik Defterler’de (YKY, 2018, s. 45), “...‘Hüznü’, Osmanlı şiirinden geri-kazanmaya çalışıyorum” diyen bir ustalıktan böyle bir gerekçe ummak latife bile sayılmaz. Ne demişti “Bâtınî” şiirinde:

her şey bâtınî! ve hüzün

hüzün

en büyük muhalefettir şimdi

Sadede gelelim: Hilmi Yavuz, Taormina ve postmodernizmle, kendi tanımını ödünç alarak söylersek, oryantale çıktı (1995): “Söylemesi bile fazla, öyle değil mi: ‘Oryantalizm’ alafranga züppeler üreten bir söylem!” Bu züppelik çözümlemesi bile, “Postmodernizmle birlikte çevreleşmeden kurtulan Türk anlatı geleneğinin” vara vara Orhan Pamuk’la gökselleşmesi sayesinde hakçası Koestler’e nal toplatıyor (2005).

ZAMAN’EDE BİR HAL

Üstat, kendi içrek yükselişleriyle övünmekte de pek yaman: “... ‘Zaman’da yazmanın benim İslâmcı olduğum anlamına gelmediğini, gelmeyeceğini anlatmaya çalıştım dilimin döndüğünce.” Peki bu anlatımlarda dışa vurulan hem yazı hem tura tavrı değilse nedir oryantalizm? Bu ülkede Marksistler ve aydınlanmacılar, İslami vurgusu egemen bir iktidara karşı muhalif söylemi seçen Sezai Karakoç ya da İsmet Özel’e, hoşgörünün çok ötesinde demokratik bir yakınlık duyarken, Hilmi Yavuz’u niye tekinsiz buluyor?

Hilmi Yavuz’un şiirine tutkun olanlara bir diyeceğim yok da, bir açıklama alacağımız var: hüzün kavramını 50 yıldır tanımdan betime taşıyıp kazanamadı. Oysa Yahya Kemal tek dizede betimlemiş ve içimize kazımıştı:

Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden.