Hırçınlık ve zorbalık ve çöküşün ayak sesleri

Her geçen gün zayıflıyor, her geçen gün ipi pazara çıkıyor… Üstündeki gösterişli urbalar pislik içinde…Yüzündeki bir okka makyajı aktı gitti… Ona ''ne kadar güzel'' olduğunu söyleyen aynaların çoğu kırıldı. Saçı başı darmadağınık… Çöküyor!

Öyle pis kokuyor ki yanına yaklaşmak mümkün değil… Duvarlarını pastadan yapıp kremalarla sıvadığı şatosu çöküyor… Kanla buladığı burçlar, kuleler hepsi… Kapıkulları tek tek kaçıyor. Onu allayıp pullayan ''iyilik'' perisi de terk etti. Saltanat arabası balkabağına dönüşmek üzere… Çöküyor!

Tufandan beri gökyüzü bu kadar kararmamış, Pompei'den beri zemin bu kadar homurdanmamıştı. O ise korkuyor ve hırçınlaşıyor çünkü çöküyor!

Zavallı Alice gözlerini ovuşturarak ''Harikalar Diyarı''ndan uyanmak üzere… Aldatılmışlığı ile bir müddet mücadele edeceği kesin ama bunu biraz da o hak etti!

Halbuki ne vaatlerle kurmuştu saltanatını. Özgürlük, eşitlik getirecekti. Oysaki; ayaklara ve boyunlara vurulan prangalara çiçek resmi çizdi hepsi bu! ''Kardeşlik'' ise kardeş kanı dökmekten başını kaldıramıyor.

Biz mi? Biz modernleştikçe insan eti yemeye başladık. Kanibalizmin şahikalarında napolitenler söylüyoruz…

Bir zaman cetvelle çizdiği haritalar yetmiyormuş gibi son çareyi yeni haritalarıyla bohçacılar gibi kapı kapı gezerek arıyor. Çünkü çöküyor hem de zillet içinde çöküyor!

Çöktükçe hırçınlaşıyor, hırçınlaştıkça zorbalığı artıyor. Soykırımlarla, katliamlarla, ellerindeki kan, alnındaki leke ile çöküyor!

Yandaşları da birlikte çökmenin eşiğinde…Gemiyi fareler gibi terk ediyorlar.

Sömürgeci sarhoşluklarını perdeleyip ''Coğrafi Keşif'' bayrağıyla, katlettiklerinin çığlıkları ve kan lekesiyle kaçıyorlar. Sofra dağıldı, çatal kaşık, tutanın elinde kaldı… Ne varsa alıp kaçıyorlar. Yakında göreceksiniz; önce birbirlerini ihbar edecek ve birbirlerinin ipini çekecekler… Tarih önüne çıkacak halleri kalmadı!

Farkındaydılar aslında. Son bir hamle ile; direksiyonu elde tutmak, birleştirmek, bölmek, klasörlere ayırmak ve yönlendirmek için neler yapmadılar ki?

Yeni yüzyılda yarattıkları dâhi çocuklar eliyle Newton'un elmasını boşuna mı ısırdılar sizce? ''Elma''daki diş izlerini bugün çok daha rahat görüyoruz. Yarattıkları sanal ortamla; zorbalığın nasıl körüklendiği, küstahlaştığı ve sınır tanımadığı ortada.

Değerler altüst, dayatma körükleniyor. Kadın, erkek, çoluk, çocuk, aile, inançlar, sanat, siyaset, bilim, medya karmakarışık… Hiçbir şey olması gerektiği gibi değil. Son hamle kaos ve sonrasında gelecek olan yeni reçete mi? diye düşünmeden edemiyorum. Analitik düşün ortamı yok edildi, yalnızca tek boyut hâkim.

Kontrolsüzlük asıl kontrolün alt dosyasıdır!

Zorbalığın yegâne hedefi analitik düşünce. Gerçek, her alandan saldırı altında! Sosyal kamplaşma beraberinde, sağırlığı ve körlüğü getirdi. Bağıran kalabalıkların küstah işgali genişletiliyor. Analitik görme bozukluğu bütünü görmekten uzak tutar, oyalar, hata yaptırır.

Çok bilinmeyenli kurgunun tek bilinmeyenine saplar ve kontrolü teslim eder. Cehâleti körüklediği gibi, akademiyi de ya alabildiğine sıradanlaştırıp rozet haline getirir ya da kürsüden ahkâm kesen yeni bir ''ruhban'' sınıfı yaratır.

Birçoğu vakıf marifetiyle ''Dükkân Üniversite'' ye dönüşmüş mekânlardan dağıtılan unvanlar denizindeyiz.

Son sürece baktığımızda Akademik uzmanlaşma, akademiyayı bütünden bir hayli uzaklaştırdı. Alan bilgisini kömürcü kamyonu gibi kapılara döken ama onun evlere hangi işçiliklerle taşınacağını işaret edemeyen yapılanma da çöküşün başka bir yanıdır.

Böylesi bilim tehlikesizdir, usludur, savaşçı değildir. Newton'un elmasını ısırır, markayı yaratır, görevini tamamlar ve sisteme teslim eder!

Tüm bunlara karşın alanlarını merkeze koyarak, yaşamın her parametresiyle organik ve gerçek ilişkiyle bütünü arayan akademisyen dostlarımızı da pamuklar içinde saklamalıyız. Çok az kaldılar çünkü. Yıllar önce akademik dünyaya ''bana müsaade'' derken umutsuzdum.

Şimdi ise nadir de olsa umudumu yükselten örnekler heyecanlandırıyor. Çöküş sürecinde en çok onlara ihtiyaç vardır; sokaklarla, tarlalarla, fabrikalarla kol kola girmiş bilgi yağmuruna… Bilgisizliğe bilgi satmak yalnızca cehâleti besler, asl'olan yanına oturup anlatmaktır! Oturanlara ''aşk'' olsun…

Kontrollü Sanat!

Kim çıkardıysa bu saçmalığı, ''sanat muhaliftir'' diye bir tevâtür dolaşır durur. İşin yoksa şimdi kuyudan taş çıkar.

Sanatın saplantılı bir muhalefet refleksi yoktur. Sanat tarih boyunca oyun kurmaktan ziyade oyun bozmuştur. Gerektiğinde desteğini verir, gerektiğinde sopalar! Önüne geleni sopalamak şizofrenik bir takıntıdır, sanatı ve sanatçıyı tanımlamaz.

Sanat sorgular, parçadan bütünü işaret eder. Kimyası itibariyle bütün disiplinlerle ilintilidir, alan uzmanlığının yanında entellektüel dünyanın anahtarıdır. Avnî'nin kütüphanesi, Muhibbî'nin dizeleri, Baykara'nın felsefe-şiir-mûsıkî meşkleri, Aziz'in valsleri, Beethoven'ın 5.si onun için dikkate değerdir.

Dedik ya insanlığın gözü önünde çöküyorlar… Gözleri dönmüştü sanki; ne Tolstoy'u ne de Goethe'yi dinlediler…

Bu çöküşün karşısında gecikmiş bir yükselişin oku yayından fırladı! Menzili sağlam kılarsak hedefi net görürüz. Bunun için de Ütopyamızın canlı tutulması gerekir. Yetmez, ütopyayı gerçeğe ulaştırmanın yolu Bilim ve Sanattan geçer.

Özgüvenli, yiğit ve öncü bir takımlar birliğinden bahsediyorum. İnsanlık bunu mutlaka yapacaktır, çünkü büyük acılardan geliyor.

Peki ya yapamazsa? O zaman bu çöker gider ama giderken de tüm insanlığı başka bir belânın kucağına bırakır.