Hırsızlık denir buna
Salih Özbaran beyefendinin 12 Mayıs 2011 günlü Cumhuriyet gazetesinde "İleri Demokrasi, Yeni Düzen!" başlıklı bir yazısı yayınlanmıştı.
Bu yazıda, 17'nci yüzyılda yaşamış bir Portekizli Cizvit misyoneri ve yazar olan Antonio Vieira'dan bir alıntıya yer vermişti.
Burada Antonio Vieira "Hırsız tanımına daha uygun olanlar ve onu hak edenler, kralların ordularının ve lejyonlarının, eyalet yönetiminin ya da kentlerin başına getirilenlerdir; çünkü bu türler insanları kurnazca veya zorla soyarlar, yağma ederler. Sıradan hırsızlar bir kişiyi soyarken bunlar tüm kentleri ve krallıkları soyarlar. Sıradan hırsızlar kendilerini tehlikeye atarak soyarken bunlar hiçbir tehlikeden korkmazlar. Sıradan hırsızlar, eğer soyarlarsa, asılırlar; ancak bunlar hem hırsızlık yaparlar hem de asarlar" demiş.
Bunu okuyunca 17'nci yüzyıldan günümüze pek değişen bir şey olmadığını görüyoruz.
Basit hırsızlıkların artık basın açısından haber niteliği bile kalmadı.
Polis onları yakalar, yargılanırlar, hapse girerler.
Bunlar hırsızdırlar, böyle nitelenirler.
Ama asıl tehlikeli olanlar; Antonio Vieira'nın hırsız tanımına daha uygun dediği, kentin, lejyonun, krallığın başında bulunanlardır.
Bugün artık bizde krallık olmadığı için bunları "şehirlerin, devletin başındakiler" diye okumak gerekir.
Bunlar risk taşımazlar, koruma altındadırlar. Tesadüfen yakalandıkları ana kadar hırsız oldukları bilinir ama, nezaketimizden suratlarına tükürmediğimiz gibi, "çok iş bilir, çok yeteneklidir" diye de methiyeler düzeriz.
Yasaları değiştiririz
Bunların başına, tesadüfen ya da paylaşım anlaşmazlığından, herhangi bir iş gelirse, önce bu işte yer alan polisi, savcıyı değiştiririz, mutemet bir savcı buluruz, o kendinden evvelkilerin yaptıklarını yok kabul eder, iddianameyi yeniden yazmaya başlar.
Gerekirse, "bu iş bilir, yetenekli çocukları" güvenceye almak için mahkemeleri kaldırırız, yasaları değiştiririz.
Bu yapılırken de, yargıya sızmış çetelerden, kumpaslardan bahis edilirse de aslında, hukukun üstünlüğü, temiz ve bağımsız yargı kimsenin umurunda değildir, mühim olan bizim tosuncukların güvenliğidir.
Savcıyı vali muavinine bile bağlarız.
Yürütmenin memuru vali muavinine haber vermeden savcı soruşturma mı yapabilir?
Ya yapılacak soruşturma maazallah, saygıdeğer bakanlara, çocuklarına ya da amcalarının burslarıyla yurtdışında okuyan, parlak zekâlı!, dini bütün çocuklarımıza uzanırsa?
Bunlar adli hırsızlar mıdır ki sorgulansınlar, yargılansınlar, hapsedilsinler.
Savcı da, hâkim de haddini bilmelidir.
Hırsızlık nedir?
Bir taşınabiliri, kullanmak amacıyla başkasından aşırmaktır.
Bu yetenekli, işbilir çocuklarımız hangi şahsın malını aşırmışlardır.
Sevgili babalarının bilgi ve gözetimi altında "iş bilirliklerini, yeteneklerini" ortaya koymuşlardır.
Babaları bu mevkilerde olmasa, iki kaz gütmeyi becerebilirler mi?
Onu elbette bilemeyiz.
Nazik söyleniş
Uzun zamandan beri, geri kalmış ülkelere artık geri kalmış denmiyor, "gelişmekte olan ülkeler" deniyor.
Aslına bakarsanız, düne kadar insan eti yiyenler de gelişiyor. O nedenle "bu gelişmekte olan ülkeler" lafı, geri kalmış demenin nazik söylenişi.
İşte hırsızlık da böyle, sıradan bir kişi, birinin malını aşırırsa o "hırsızdır" ama şehirlerin, devletlerin tepesinde bulunup da soyanlar zinhar hırsız değildirler, onlar olsa olsa ancak "yolsuzluğa adı karışmış" olabilirler.
Zamanı geldi geçiyor
Artık kendimizi kandırmayı bırakıp gerçekleri haykırmak zamanı geldi de geçiyor.
Öncelikle şunu bilelim; cemaat-iktidar koalisyonu herhangi bir nedenle bozulmasaydı, bu soygun düzeni devam edecekti; onun için bu yolsuzluk soruşturmalarını açtıkları için o savcıları, polisleri kimse kutsamasın. Onlar aldıkları emri uyguladılar.
Koalisyon bozuluncaya kadar, düzmece delil ve yalancı tanıklarla, ülkenin aydınlarını, subaylarını zindanlara tıkmakla meşguldüler.
Evlerde bulunan kasalar, para sayma makineleri, telefon tapeleri, ayakkabı kutusundan bulunan paralar utanç vericidir, suçun delileridir.
Bu işleri yapanlara da "yolsuzluğa adı karışmış denmez", düpedüz, kabaca hırsız, yaptıkları eyleme de hırsızlık denir.