Hizmette liyakat
15 Temmuz olayının ardından Türkiye’nin bu duruma nasıl geldiği ve hepsinden önemlisi de bu durumdan nasıl kurtulunacağı tartışılmaktadır. Türkiye, sorunlarına çözümler ararken maalesef açık ve gizli terör örgüt ve odakları da kirli oyunlarına devam etmektedir. II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’de batılılaşmanın, Batı’nın güdümüne girme şeklinde uygulanmaya başladığı, Cumhuriyetin kurucu ilkelerinden hızla uzaklaşılması bir yana, bu değerlere karşı örtülü ve kimi zaman da açıkça meydan okuyan uygulamaların yapıldığı bir gerçektir. 1950’den bu yana ele alırsak yaklaşık 70 yıldır bu mücadele sürmektedir. Tüm bu olumsuz gayretlere karşın, Türk ulusunun hala dimdik ayakta durabilmesi, Kurtuluş Savaşı ile birlikte büyük Atatürk’ün önderliğinde atılan temellerin ne kadar güçlü olduğunun bir göstergesidir.
Yaşanan olumsuzlukların ana nedenlerinden birisi, liyakat sorunu olarak dile getirilen, işin uzmanına bırakılmaması olgusudur. Gerçekte Türkiye’de yaratılan sistem ve uygulamalarla konusunda yetişmiş, doğrucu, ilkeli kişiler ya etkisizleştirilmiş ya da sistem dışında bırakılmıştır. Neredeyse 16. Yüzyıl’da İngiliz maliyeci Thomas Gresham’ın ekonomi biliminin temel yasalarından birisi haline gelen “kötü para iyi parayı piyasadan kovar” biçiminde ifade edilen Gresham Yasası “uygun olmayan elemanlar iyi yetişmiş elemanları dışlar” kuralı şeklinde, devlet ve hatta özel sektör bürokrasisinde işler hale getirilmiştir.
***
Bu şekilde niteliksiz insanların çabuk yükselmeleri psikolojiye de konu olmuş, psikolog J. Kruger ve D. Dunning kendi isimleri ile anılan Dunning-Kruger sendromu teorisini ortaya atmışlardır. Bu teori özetle, “cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır” dolayısıyla bu insanlar daha çabuk yükselir anlayışına dayandırılmıştır. 1950 Nobel edebiyat ödülü sahibi Bertrand Russel da “Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır” sözü ile neredeyse benzer bir anlayışı dile getirmiştir.
Ancak, Türkiye’deki uygulamalar incelendiğinde konunun, mizahi olarak ortaya konan bu psikolojik görüşlerin çok uzağında olduğu görülecektir. Maalesef soğuk savaş döneminde Batı tarafından dayatılan piyasa ekonomisi odaklı kontrol edilebilir bir devlet bürokrasisi yaratma projesi, bilinçli ve sistematik olarak, iyi yetişmiş, ilkeli, her koşulda ülke çıkarlarını savunabilen ve ülke çıkarlarını kişisel dünya görüşü ve çıkarlarının üzerinde tutan kişileri sistem dışına itmiştir. Bunun çok sayıda örnekleri vardır. Maalesef bu konu sadece dışlanma ile sınırlı kalmamıştır. İzlenen yanlış politikalar; eğitim birliğinin bozulması yanında kısa sürede fazla eleman yetiştirme, eğitim düzeyini yüksek gösterme vb. savlarla; niteliksiz eleman yetiştirmeye yol açılmış, neredeyse konusunda iyi yetişmiş uygun elemanlar azınlık düzeyine düşürülmüştür. Kendi alanımız olan üniversiteden örnekler verelim; 1980 öncesi, mağduriyet, çalışanlara yüksek derece verme vb. siyasi anlayışlarla hızlandırılmış eğitimler yoluyla 2 ay gibi kısa sürelerde ön-lisans diplomaları verilmiştir. 1980 ihtilaliyle yaratılan YÖK sisteminin Türk-İslam sentezi anlayışı ile laik, demokratik, fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirme ilkesini kâğıt üzerinde bırakan uygulamalar başlatılmıştır. Daha da vahimi ölçüsüz şekilde artan üniversitelerin eleman gereksinimi karşılamak üzere 1984 yılında süre şartı dışında başka bir koşul aramadan herkes doçent yapılmış, 1989’da da bu elemanlar benzer şekilde profesör olmuşlardır. Bu arada kalite bozuldu gerekçesiyle, daha zararlı bir uygulama yapılarak, yılların deneyimi ile oluşan akademik yükselme sistemi bozularak, Toronto’da bir şirketin taradığı dergilerde yayın yapma koşulu getirilmiştir. Kaliteyi bozma yanında, Türkiye’de bilim stokunun oluşmasını engelleyen bu kapitalist sistem freni bir anlamda iş görmüş ve akademik yükselmenin hızı kesilmiştir. Ancak kısa zamanda sisteme uyum sağlayan akademik kadrolar, bilimi değilse de yayın sayısını patlatarak Türkiye ve özellikle de dünyadaki dergi sektöründe hızlı bir artışa kaynak olmuşlardır.
***
Sorunlar çok, ancak konunun nedenlerinden birinin liyakat sorunu olduğunun, iktidar ve muhalefet tarafından birlikte dile getirilmesi umut vericidir. Ancak uygulamalarda siyasilerin bu konuda hazırlıklı olmadığı açıkça görülmüştür. Örneğin, öğretim üyesi açığını gidermek için, 41 üniversitede emeklilik yaş sınırının 75 yaşına çıkarılması önerisi uygun bir çözüm müdür? Bazı birimlerde eleman bolluğu varken, üniversiteler arası atama sistemi neden işletilmez. Üniversite dışındaki akademik kariyer sahibi olan kişilere fırsat yaratacak şekilde, üniversitelerin kapalı atama sistemi neden değiştirilmez. Başka bir konu olan, iktidarın rektörlerin doğrudan YÖK tarafından atanması önerisine neden karşı çıkılır. Evet, bu en uygun çözüm değildir. Ancak üniversitelerden sadece, yetkileri çok fazla olan rektör seçimlerinin kaldırılması bile, üniversiteleri önemli ölçüde rahatlatacağı gün gibi açıktır.
Liderlerin “kendi avenelerinden çok konusunun divanelerine” kulak vermeleri dileğiyle!