Hukuk, adalet ve 28 Şubat
Uzun soluklu yıpratıcı bir mücadele sonucunda insanlık hukuk ve adalet kavramlarıyla tanıştı. Aslında hukuk ve adaleti devletten bağımsız düşünemeyiz. Thomas Hobbes (1588-1679), “İnsan insanın kurdudur (Homo hominilupus.)” derken, “doğal hukuk” bakış açısını sergiliyordu. Ona göre, insan bencil ve acımasız bir varlıktı. Güçlü olan kazanacaktı. Mutlak özgürlük sürekli çatışma anlamına geliyordu. Ancak insan aynı zamanda aklı olan bir gerçeklikti. İşte o akıl insana, “barış içinde yaşamak için sınırsız özgürlükten vazgeçmeyi” dikte ediyordu. İşte devlet bu ihtiyaca cevap verdi. İnsanlık devletle, sürekli kaos, savaş ve orman kanunundan, yasalarla denetlenen daha organize bir aşamaya geçti.
MAHKEMELERDE SİYASET DEĞİL, HUKUK KONUŞUR!
Toplum vicdanını derinden sarsan 28 Şubat süreci belirli bir aşamaya geldi. Ancak mahkemeye intikal ettiğine göre, bu süreci siyasal mülahazaların bütünüyle dışında hukuk ve adalet kavramlarıyla değerlendirmeliyiz. Hangi görüşten olursak olalım, bu davanın yasalar ve devletle olan ilişkisini göz ardı edemeyiz! Eğer kin ve intikam duygularıyla hareket edersek, Türk devletinin bütün kararlarını tartışmaya açmış oluruz. Şimdi hukuku bir tarafa atarak, başkalarının felaketi üzerinden gelecek inşa etmeye, çıkar sağlamaya soyunanlara soralım: Devletin anayasal organlarının aşağıdaki kararlarını yok sayabilir miyiz?
MGK’da 28 Şubat 1997 tarihinde alınan “406 sayılı MGK Kararları” ve o kararların “Rejim Aleyhtarı İrticai Faaliyetlere Karşı Alınması Gereken Tedbirler” başlıklı 18 maddelik eki!
MGK kararlarının görüşüldüğü ve 13 Mart 1997’deki Bakanlar Kurulu Toplantı Tutanağı ile o toplantı sonucuna göre ertesi gün Başbakan Erbakan’ın imzasıyla yayımlanan Başbakanlık Direktifi!
Benzer şekilde devletin aldığı daha birçok karar yok sayılarak hukuki bir faaliyet sürdürülebilir mi? Sürdürüldüğü takdirde bu sürecin sonunda adalete ulaşılabilir mi? Eğer bu yol açılırsa, devletin anayasal organlarının aldığı bütün kararlar günün birinde mahkemeler önünde sorgulanır.
FARZ EDELİM Kİ...
20 sene sonra Zeytin Dalı Harekâtı bir mahkemenin dava konusu olsun! Harekâta katılan askerler yasa dışı olarak çatışmak için başka bir ülkeye girdikleri için suçlansın! Bu askerler kendilerini savunmak için muhtemelen mahkemeye şunları sunacaktır: “Hükümetin harekât konusundaki siyasi direktifi, MGK’da konuyla ilgili alınan kararlar, Genelkurmay Başkanlığı’nın planlama direktifi, 2. Ordu ve ilgili komutanlıkların harekât emirleri!” Şimdi yeniden soralım: Bu belgeler yok sayıldığı takdirde sağlıklı bir yargılama yapılabilir mi? Bu belgeler dikkate alınmadığı takdirde sanıklar kendilerini savunabilir mi? Böyle bir süreç adaletle sonuçlanır mı?
Güzel sözcükleri işimize geldiği zaman mı hatırlayacağız? Bir kişiye yapılan adaletsizlik tüm topluma yapılmış sayılır. Müddei (savcı) iddiasını ispatla mükellef değil mi? Fiil-fail ilişkisi kurulmadan, maddi deliller kesin şekilde ortaya konmadan yargılama yapılabilir mi? Bir dava düşünün; FETÖ’cü savcı ve hâkimler tarafından kotarılsın; Balyoz/Ergenekon gibi davalarda karşımıza çıkan yöntemler kullanılsın; bilirkişi raporlarına rağmen adım atılmasın! Olağan koşullarda suçtan zarar görmesi gereken Hükümet üyelerinin hiçbiri şikâyetçi olmasın! Bu bakış açısıyla tartışmalı bir siyasi süreci hukuk kalıbının içine sokabilir miyiz? Böyle bir yaklaşımla toplum vicdanında adalet duygusunun güçlenmesini sağlayabilir miyiz?
Devlet ve yasalar birbirini tamamlayan unsurlardır. Devlet olmazsa yasalar, yasalar olmazsa devlet olmaz! Devletin kuruluş felsefesi ve temel yasalarını anayasalarda buluruz. Devleti anayasalarda belirtilen kişi ve kurumlar yönetir. Hiçbir kişi ya da kurum anayasadan kaynaklanmayan bir devlet yetkisini kullanamaz! 28 Şubat sürecinde anayasadan kaynaklanan devlet yetkisini kullanan organların kararlarını yok sayabilir miyiz? Eğer, “Bu kararlar hukuk denetimine tabidir!” deniliyorsa bu yönde başlatılan bir yargı süreci var mı? Devletin saygınlığı için hukuk için adalet için 28 Şubat sürecini doğru ve haklı bir mecraya sokmalıyız