‘Hukuktan en az yararlanan emekçiler’

Son dönemde sıkça gündemde olan spor hukuku konusundaysa, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr.Kadir Gürten’in düşüncelerine başvurdum:

“Öncelikle şunu söylemekte yarar var. İçindeki emekçilerin birçok sorunu olmasına rağmen, spor dalları içinde bilimden en fazla yararlanan futbol. Evrensel spor mevzuat ve kararlarının (biz bu külliyata artık lex sportiva adını veriyoruz) dünya üzerinde en sağlıklı ve eşit biçimde tüm ülkelerde uygulanabildiği tek spor dalı diyebiliriz. Çünkü global ve endüstriyel futbol bunu gerektirmektedir. Diğer spor dalları için bunu söylemek çok zor.

Özellikle ülkemizde birçok spor dalı bağımsız federasyonlar eliyle örgütleniyor gözükse de, bunun gerçek bir bağımsızlık olmadığı hem mevzuatlarını incelediğimizde hem de uygulamada apaçık görülmektedir. Spor Bakanlığı’nın ve dolayısıyla Spor Genel Müdürlüğü’nün müdahalelerinin olduğu herkesin malumudur. Böyle bir düzende futbol dışı mevzuatın spor hukukunun evrensel kural ve ilkeleri ile bağdaşamayacağı açıktır.

Spor emekçilerinin sorunlarına gelince; ülkemizde örgütlülük ya da hak arama mücadelesi hep devlete/otoriteye başkaldırı olarak görüldüğü için, sporcular ve/veya spor emekçileri bu konuda daima çekimser davranmıştır ve davranmaktadır. Sporun bilimden ve evrensel ilke ve kurallardan en az yararlandığı kısmın emekçilerin hakları açısından olduğunu söylemek mümkün.”

‘Bilim insanları pratiğe uzak’

Ankara Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi Dekan Yardımcısı ve eski FİFA hakemlerimizden Yrd.Doç.Dr.Sürhat Müniroğlu, iğneyi biraz da akademik çevrelere batırırken şunları söyledi:

“Çocuklarımız her gün biraz daha şişmanlıyor, oyundan uzaklaşarak asosyalleşiyor. Sporu, sadece seyreden olarak algılamak ve yaşamın içine bir türlü yerleştirememek kronik bir durum değil midir? Sporun; yerelden bölgesele, bölgeselden ulusala, ulusaldan uluslararası piramidi oluşturulmalıdır. Önce sağlıklı nesiller yetiştirmek için, oyun alanlarının ve spor tesislerinin sayısını artırarak özellikle onları ulaşımın kolay olduğu alanlara yapmak birinci sıradaki basamak olabilir. Bilim insanları, hareketsizliğin ve şişmanlığın zararlarını ve çözüm yollarını her ortamda birinci görev olarak görüp seslerini yükseltmeleri ilk aşama olarak görülebilir.

Teori kadar, pratiğe yakın olamama, bilim insanlarının en eleştirilecek tarafıdır; odalarından daha fazla zamanı, uygulama içinde geçirdikleri takdirde çok önemli katkılar sağlanabilecektir. Katılımcı olmadan, sadece eleştirme yolunu seçmek kolaycılıktır. Üniversiteler, yerel yönetimlerle daha fazla işbirliğine girerek, projeler üretmeli ve geleceğe daha sağlıklı nesiller yetiştirmek için daha gayretli olmak zorundadır. Yerel yönetimler de, halkın kolay ulaşabileceği küçük ölçekli spor salonlarını , atletizm ve spor alanlarını kamu arazilerine yapmalıdır. Takım çalışması sonucunda, genç nüfusumuzu eğitmek, yönlendirmek ve yukarıya taşımak mümkündür, umutlarımızı korumak, yanına coşku ve heyecanı katmakla daha fazla yol alınabileceğini düşünüyorum.”

‘Bu gönüllü işi değil’

2008 Olimpiyat kafilemizin sorumlu hekimliğini yapan, Halter, Voleybol gibi federasyonların sağlık kurullarında bulunmuş olan, GATA öğretim üyesi, ortopedi ve travmatoloji uzmanı Prof.Dr.İbrahim Yanmış, son 30 yılı şöyle özetledi:

“Ben Türk sporuna bilimin katkısı için çaba gösterenlerden biriyim. Geçmiş 30 yılı incelediğimde 3 önemli aşama olduğunu söyleyebilirim:

1. Sesamların (Sporcu Eğitim Sağlık Merkezleri) kuruluşu: Devlet eliyle sporculara bilimsel ve sağlık desteği verilmesi planlanarak kurulmuş ve büyük yatırımlar yapılmıştır. Ancak zamanla personel yetersizliği nedeniyle işletilememiştir.

2. Özerk Federasyonlar Bilim Kurulları: Tüm federasyonlarda Eğitim ve Sağlık kurullarında çok değerli bilim insanları mevcuttur. Ancak bu sistem de istenilen sonucu vermemiştir. En önemli nedeni spor bilimci ve sağlıkçıların gönüllülük esasıyla çalışıyor olması ve sistemli bir katkı sağlayamamalarıdır.

3. Spor Enstitüsü Kurulması: Bir önceki bakan tarafından, Hacettepe ile yapılan protokol ile gündeme alınmış bir projedir. Ancak ne zaman hayata geçeceği bilinmiyor. Amaç spor bilimcileri bir enstitüde istihdam etmek ve kaliteli spor ara elemanları yetiştirmektir.

Benim en önemli tespitim, spor bilimciler ve sağlıkçılar profesyonelce istihdam edilmeli ve bu işi volenter(gönüllü) değil iş olarak yapmalıdır. Bu konuda bazı mevzuat değişiklikleri yapılmaktadır. Umarım iyi olur”

Yüzmedeki durum...

Türkiye Yüzme Federasyonu Başkanı ve Marmara Üniversitesi BESYO öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr.Ahmet Bozdoğan, akademik ünvanıyla beraber, icracı makamdaki bir yönetici olarak meslektaşlarından daha iyimserdi:

“Dünyada bilim ile spor birbirini destekleyerek atbaşı gider. Başkanlığını yürüttüğüm Yüzme Federasyonu Marmara, Çukurova ve Pamukkale Üniversiteleri ile ortak çalışmalar yapıyor. Federasyonumuzun bilim kurulunda konu uzmanı birçok profesör var. Onların katkısıyla, yüzme bilimiyle teknolojiyi birleştirip üç yıldır önemli çalışmalar yapıyoruz.

Bilimin işin içinde olduğu çalışmalar ancak uzun bir sürece yayıldığında başarı getirir. Örneğin Yüzme Fedasyonunun, ABD’deki antrenör ve sporcu gelişim projesi çok önemli bir çalışma. Olimpiyat Şampiyonu Michael Phelps’in anrenörlüğünü yapan ve milli takımımızın da teknik danışmanlığını yürüten Bob Bowman’ın başında olduğu proje ile beş sporcumuz ABD’ye yerleşti. 2016 ve 2020 Olimpiyatlarında başarılı olmak için planlı çalışmalarını sürdürüyorlar. İki ayda bir ikişer antrenör de Türkiye’den ABD’ye giderek deneyimlerini arttırma fırsatı buluyor. Olimpik Kulaçlar Projesi’nde, her yıl milli takımın altyapısını oluşturacak iki kamp yapıyoruz ve kamplarda antropometrik, fizyolojik, biyomekanik ve kara kondisyon testleri yapıyoruz. Yıllık karşılaştırmalar yaparak teknik ve fizyolojik yönden sporcuların gelişimleri inceliyor ve sporcuların antrenörleri ile ortak çalışmalar yürütüyoruz.”

DÜZELTME

“Bilim, sporumuzun neresinde?” dizisinin dün yayımlanan bölümünün giriş paragrafında, teknik hata sonucu karışıklık oluşmuştur. Paragrafın doğrusu şöyledir:

“Bu yazı dizisinin planlamasını yaptığım günlerde, Cumhuriyet’te şöyle bir haberle karşılaştım. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Yükseköğretim Kurulu(YÖK), Çanakkale Şehitleri Haftası münasebetiyle, üniversite rektörlüklerine gönderdiği yazıda, “Ecdada Rahmet Okusana” etkinliği çerçevesinde, okullarda Kur’an okunması için destek istiyordu.”