İbret olsun diye

Kapı komşumuzdu. Son demlerini yaşayan köşk bozuntusu yorgun ama gösterişli bir ahşap evin en alt katında otururdu. 50 ya da 60’larında olan bu komşumuza nedense Hatice Hanım Teyze derdik. Yani hem hanım hem de teyzemizdi. Hiç evlenmemişti. Mahallemize taşınmadan önce nerede nasıl yaşamıştı bilmiyorduk. Ne biz sormuştuk ne de o anlatmıştı.

Onca yoksunluğuna rağmen paylaşmayı seven, hoş sohbet dünyalar iyisi bir kadındı. Tek bir merakı vardı, o da zaman zaman Sultanahmet, daha çok da Eminönü’nde yapılan idamları izlemekti. Hiçbir idamı kaçırmaz, sabahın erken saatinde kalkıp giderdi. Sonrasında da gelir, en ince ayrıntısına dek bizlere anlatırdı…

Bir zamanlar, çok değil 50’li yılların ikinci yarısında idama mahkûm olanlar İstanbul’un en işlek yerlerinden biri olan Eminönü’nde, genç yaşlı, çoluk çocuk izleyenlerin önünde ipe çekilir ve bu korku verici olayı canlı canlı izlemeyenler için de ertesi günü tüm gazetelerde fotoğrafları yayımlanırdı.

Kentin tam orta yerinde, genç yaşlı çoluk çocuk demeden bu ipte sallandırmanın tek bir nedeni vardı: O da

İBRET OLSUN DİYE….

Elbette ki, bu kent meydanında herkesin gözü önünde ipte sallandırmanın “ibret olması” dışında izlenmesinin bir başka nedenleri de vardı. Belki de işlediği suç ya da suçlardan dolayı kamuda uyandırdığı nefret ancak böylesine bir cezayla hafifletiliyor ya da hiçbir suçun cezasız kalmayacağı yine bu ibretlik gösteriyle en irkitici ve de ömür boyu unutulmayacak bir şekilde bilinç altına işleniyordu.

O yıllar bu tür gösteriler; incinen, tepki görüp toplumda vicdanları rahatsız eden, belki de adaletin kılıcından kimselerin kurtulamayacağını simgeleyen, hani, bugün bile bu tür rahatsız edici olaylarda çoğumuzun “asın onları” dediğimiz kızgınlığımızın, kırgınlığımızın, acı ve nefretimizin kaba, ürkütücü, ama onaylanan bir olayı idi.

Ya bugün…. Kentin, ülkenin her bir noktasında, caddede, sokakta ve de evlerin içinde dünkünden daha irkitici, daha korkutucu, daha kahredici yapılıyor bu eylemler… Ve ne yazı ki bu eylemlerin yalnızca izleyeni değil, kimi zaman en yakın tanığı, ya da celladı ve kurbanı oluyoruz.

Cellattalar da suçlular da kurban ve de yöntemler de yer değiştirdiği artık. Herkes kendi yasasını kendi uyguluyor. Hem yargıç oluyor hem cellat… Eş, dost, anne baba, çoluk çocuk, demedin nice yaşamlar herkesin gözü önünde tek tek yitip gidiyor. Ve de her bir olay milyonlarca kişinin izlediği ekranlarda her gün her saat bizlere en ince ayrıntılarına dek sunuluyor… Sonunda kanıksanıyor… Öylesine kanıksanıyor ki giderek en dehşet verici olaylara bile ilgisiz, tepkisiz ve de hissiz kalıp unutuveriyoruz…

Defalarca yinelediğim gibi; Bir zamanlar Yeşilçam filmlerinde izlenip de “yok artık” denilen her bir şeyin “hayat diye yaşandığı” bir dönemden geçiyoruz…

Her gün, her bir kentin her bir yerinde, nice sokak ve caddelerle evlerin içinde dar ağaçlara gerek olmadan nice sorgusuz sualsiz infazlar yapılıyor… Suçlular, cellatlar değiştiği ama kurbanlar hep aynı….
Tıpkı…. Bir dizi, bir film izler gibi…. Sonrasında unutup gidiyoruz. Hiçbir şey olmamış gibi…