İç savaş korkusuyla yaklaşan ABD seçimleri
ABD’de son yıllarda derinleşmeye başlayan kutuplaşma ve buna bağlı olarak iç savaş endişesi son haftalarda tüm Batı medyasını çalkalıyor. Nisan ayında vizyona giren ‘İç Savaş’ adlı Hollywood filmi (ABD, AB ve Türkiye’de) herkesin ağzında! Tam da seçimlere 6 ay kala vizyona girerek zamanlamasıyla dikkat çeken bu sinema filminde ABD kanlı bir iç savaş halinde.
Filmde, federal Amerikan hükümetine karşı ayaklanan eyaletler tarafından oluşturulan silahlı ittifak ‘Batı Güçleri’, başkent Washington’a saldırmak üzeredir. Film ağır bir deprem felaketi sonrasını andıran iç savaş görüntüleriyle ve yıldız sayısı ikiye inmiş Amerikan bayrağıyla başlıyor; yıkılmış binalar, bombalanmış yollarda sıra sıra on binlerce araba enkazı, harabe haline dönüşmüş sanayi, alışveriş merkezleri ve mağazalar, stadyumlara doluşmuş evsiz barksız binlerce yoksul Amerikalı, açlık yüzünden dakika başı soygunlar, salgın hastalıklar, durmadan etrafa kurşun ve bomba yağdıran savaş uçakları ve helikopterler, asılı cesetler…
Adım başı yol kesen farklı cephelere mensup askerler… Asker yakaladıklarına doğum yerini soruyor, yanıtı beğenmezse vuruyor. Başkent Washington’a ulaşmak güç, kimilerine göre ‘faşist’ bir Amerikan başkanı iktidarda ve özellikle gazeteci katliamı yapıyor. ‘Amerikalıyım’ diye yanıtladığınızda asker hemen tekrar soruyor: “Ne çeşit bir Amerikalı?” Ülke ‘Batı Güçleri’ ve ‘Merkez Güçleri’ diye ikiye bölünmüş durumda, her iki tarafın da kendi ordusu var.
Bütün bu hengamenin ortasında gelişmeler, New York’tan yola çıkarak Washington’a ulaşmaya çalışan, Beyaz Saray’daki ‘faşist’ başkanla söyleşi yapma göreviyle tehlikeleri göze almış dört gazeteci etrafında dönüyor. Batı güçleri o sırada Washington bölgesini kuşatmış durumdalar, başkan ha düştü ha düşecek!
Fakat filmdeki bu batı ve merkez tarafları gerçekte hangi güçleri yansıtıyor, şu anda ABD’deki gerçek saflaşmalar göz önüne alındığında? Kimse siyasal bir söz söylemiyor film boyunca, konuşmalar siyaset dışı ya dolaylı cümleler ya da kinayeli, klişe konuşmalar. Hangi siyasal ekonomik farklar nedeniyle ülkenin bölündüğüne değinmekten özenle kaçınılmış.
Hangi tarafın Trump’ı hangi tarafın Biden’ı temsil ettiği açıkça belli edilmeyen, muğlak bir tarz seçilmiş. Örneğin, Bidencı Kaliforniya eyaleti ile Trumpçı Texas ve Florida eyaletleri Washington’daki ‘faşist’ başkana karşı müttefik gösterilerek kafa karıştırılmaya çalışılmış.
Ancak dolaylı işaretlerle, halkı bombalama emirleri veren, gazetecileri katleden ve göçmenleri kolayca vurdurtabilen Washington’daki başkanın Trump’ı temsil ettiği izlenimi yaratılmaya çalışılmış. Ayni Trump gibi kırmızı kravat takıyor ve Trump’ın abartılı ve tipik beylik cümleleriyle konuşuyor, örneğin Trump’ın şu cümlesiyle: “bütün zamanların en büyük zaferi…”
FİLM AMERİKALININ İÇ SAVAŞ ENDİŞESİNDEN BESLENİYOR
Filmin yapımcısı A24 adlı sözüm ona ‘bağımsız’ film şirketi, yazar/rejisörü ise ‘The Beach’ ve ‘Annihilation’ adlı soğuk filmleriyle ün yapmış olan Alex Garland. İnsanları birbirine yabancı ve düşman gösteren, seyircide her an kötü bir şey olacakmış gibi bir ruh halini yaratan distopik Netflix kafasıyla yaptığı filmlerinden sadece sıradan birisi aslında. Medyada en savunucularının bile kalitesinin düşüklüğünü açıkça reddedemediği bu film neden olağanüstü meşhur oldu o zaman, vizyona girdiği günün daha galası sonlanmadan!
Bunun birinci nedeni Amerikan halkında 5-6 yıldır siyasal kutuplaşmanın derinleşmesi ve çoğu insanda iç savaş endişesinin artmakta oluşudur. Rejisör Garland iç savaş olasılığını mevcut kutuplaşmanın bir sonucu olarak gördüğünü ve filmi bu yüzden yaptığını söylüyor: “İç savaşın sadece bir durumun devamı olduğunu düşünüyorum. Bu durum kutuplaşma ve bu kutuplaşmayı sınırlayan güçlerin eksik olmasıdır."
The Economist ve YouGov isimli araştırma bürosunun araştırmasına göre Amerikan halkının yüzde 40’ı önümüzdeki yıllarda bir iç savaşın çıkabileceğini olası görüyor. 4 yıl önceki seçimlerin sonunda Trump ve Biden taraftarları arasında yaşanan sokak çatışmaları hafızalarda hala tazeliğini koruyor.
Hollywood yayıncısı Metthew Belloni: “Acaba Amerikalılar seçim yılı dolayısıyla zaten her gün izledikleri CNN ve Fox News felaket haberlerini bir adım daha öteye taşıyan bu filmi görmek isteyecekler mi?” diye soruyordu. Ama geçen ay anlaşıldı ki istiyorlardı! Toplam Amerikan seyircisinin yüzde 17’si birkaç hafta içinde filmi izleyiverdi! Sadece ilk birkaç gün içindeki izleyici geliri 26 milyon doları aştı!
Gün geçmiyor ki birileri bir yerlere ‘Nazi cumhuriyetçiler’ ya da ‘Biden hapishaneye’ yazmasın. Geçim derdi kaynaklı saflaşmalara, ‘Proud Boys’ gibi aşırı sağcı grupların eylemleri (Kenosha ve Portland olayları) ve Black Lives Matters isimli siyahların haklarını savunan protesto hareketinin gelişmesi de ekleniyor.
Ayrıca İsrail’in Gazze katliamları vesilesiyle ABD üniversitelerinde patlak veren yeni öğrenci protesto hareketi öylesine çığ gibi ülke çapına yayılıyor ki, içeriği sadece Gazze’yle sınırlı kalmayıp 55 yıl sonra dünyada ilk defa, neredeyse o eski 68 hareketini anımsatır boyutlara ulaşmak üzere!
ABD’nin etkili TV sunucularından gazeteci yazar Barbara Walters ülkedeki durumu analiz ettiği ‘İç Savaş Nasıl Başlar’ isimli yeni kitabında, çeşitli faktörlere -10 ile +10 arasında puanlar veriyor, sonunda ABD’deki durumun -5 ile +5 aralığında yer aldığını ve bunun bir ülkede iç savaş çıkması için en uygun puan aralığı olduğunu ileri sürüyordu!
Ancak İç Savaş adlı bu filmin hakkında tüm Batı ülkelerinde vizyona gireceği nisan ayında bu kadar yaygara kopmasının, medyada bu kadar yaygın tartışılmasının ve muazzam bir dolaylı ‘tanıtım’ yapılmasının tek nedeni, konusunun halkın endişelerini yansıtması değildir! Filmin vizyona girmesi için yaklaşan seçimlere göre bir zamanlama yapıldı ve Biden-Demokratlar yandaşı medya tarafından pompalandı!
Anketlerde 5 puan önde giden Trump’a karşı, neocon-neoliberal sentezinden oluşan küreselci Biden cephesi, yargı ve davaları kullanmaktan, sanat ve kültür alanındaki olanaklardan küresel eylemlere kadar her şeyi kullanma çabasında. 5 Kasım seçimlerine kadar, Beyaz Saray’ın ister iç ister dış politikalarında olsun, hemen her şey seçimlere endeksli olacak!
Kutuplaşma sürecindeki Amerikan halkını böyle bir film aracılığıyla Trump’ın sebep olabileceği bir olası iç savaşla tehdit ederek korkutmak ve seçmenin oyunu etkilemek, ‘özgürlükçü liberal demokrasi’ seçim sloganı ardında işini yürüten Biden cephesinin seçim planlarından biri olarak görünüyor.
YAPIMCILARI VE ÇEVRESİ BIDEN TARAFTARI
Tabii ki filmin yapımcıları ve bir kısım çevre, Trump’la filmde yer alan ‘faşist Amerikan başkanı’ arasında her türlü bağlantıyı reddederek filmin tarafsız oluğunu savundular. Seçimlerin kaygan zeminine düşmemek ve bir kısım seyirci gelirinden olmamak için taraflı görünmemeyi seçmişlerdi. Hatta filmde de başkana karşı pratikte aslında biri Bidencı diğeri Trumpçı iki eyaleti (California ve Texas) ‘Batı Güçleri’ dedikleri cepheye koyarak kafa karıştırmayı da başarmışlardı.
Ama filmin yapımcılarının Biden ve Demokratlarla bağı ayan beyan ortadaydı! Hollywood’da son yıllarda kendine ‘bağımsız’ diyen, yani Disney vs. gibi bir avuç dev şirketin malı olmayan çok sayıda film yapımcısı şirket üredi. İç Savaş’ın yapımcısı A24 adlı şirket de kendisine bağımsız diyor. A24, 2022’de Ayışığı (Moonlight) adlı eşcinselliği öven ve Her şey Her Yerde Aynı Anda (Everything Everywhere All at Once) adlı alakasız görüntüleri içeriksiz bir şekilde bir araya toplayan anlamsız filmiyle, iki Oscar ödülü almış, iki yıldır bunlarla tanınmıştı. İç Savaş filmine 50 milyon dolar harcamıştı.
Ancak bunlar bağımsızız deseler de kurucuları Guggenheim Partners adlı Amerikan Yahudi’si kökenli uluslararası dev tekelin eski elemanları! Üstelik, kültür, müze sektörüne de el atmış olan 320 milyar dolar gücündeki Guggenheim finans tekeli, A24’ün kuruluş sermayesini sağlamıştı. Yani A24’ün parasal ipleri Guggenheim’in elindeydi! Guggenheim’ın CEO’su Mark Walter Biden’ın seçim sponsorları arasındaydı ve Biden iktidara gelir gelmez Guggenheim müdürlerinden birini ABD’nin sanat danışma konseyine atamıştı! Guggenheim’in icra heyeti başkanı Alan Schwartz zaten Biden hükümeti daha kurulur kurulmaz mürekkebi kurumadan ona sadakatini imzalayan ilk 170 kişinin arasındaydı.
Bütün bunlara, bağımsızlık, tarafsızlık palavralarına rağmen, rejisör Garland ve filmde başkan rolünü oynayan aktör Nick Offerman ara sıra ağızlarından baklayı kaçırarak şöyle diyeceklerdi:
Garland: “Ben her yerde söyledim, bu film kontrol, denge, kutuplaşma, bölünme, popülist politikaların ekstremizme yol açacağı, ekstremizmin nerede son bulacağı ve basının bunda rolünün ne olacağı konularında… “Biden’cıların kamuoyunda Trump’a taktıkları lakap: popülist ve ekstremist!
Nick Offerman: “Umarım bu filmi mümkün olduğunca fazla insan görür… toplumdaki saf dürüstlüğü aramaya ve bu filmde gördüğümüz kötü şeylere sırtımızı çevirmemize yol açar.” Yani Trump yerine Biden’a oy vermeye… (CBS Sunday Morning)
BIDEN’IN SEÇİM ARACI OLARAK YANDAŞ MEDYACA PAZARLANDI
Seçmene; filmdeki başkanla Trump arasında, filmdeki iç savaşla gerçekteki kutuplaşmadan sorumlu tuttukları Trump arasında doğrudan bağlantı kurdurtma görevini ise Bidencı yandaş medya devleri üstlendi.
Kötü uyduruk bir filme izleyici rekorları kırdırtmak için Biden’e yandaş dev medya kolları sıvadı, hem de en devleri bir aydır: CNN, CBS, The New York Times, The Guardian, The Economist, Foreign Affairs, Foreign Policy, Politico, Forbes… Ve Avrupa’daki dostları: Deutsche Welle, De Volkskrant, VPRO, Al Pais, Morgen, De Standaard…
Foreign Affairs ve Foreign Policy şöyle dediler, her ikisi de şu ayni cümleyle: “Tabii ki kesinlikle, bu filmin Trump hakkında olmadığını ne kadar fazla makale yazarsa yazsın, bunların sayısı, seyirci halkı, filmin gerçekten Trump hakkında olduğunu düşünmekten alıkoyabilecek rakama ulaşamaz.”
İngiltere’nin Biden yandaşı sosyal demokrat liberal Labour Partisinin medyası The Guardian ve Belçika liberallerinin Biden yandaşı De Standaard da ayni cümleyi kullanacaklardı, Trump’ın iç savaş tehlikesini arttırdığı iddialarını: “Eğer eski başkan (Trump) kasımda Beyaz Saray’ı yeniden eline geçirirse, Amerika’yı şu anda sinemalarda gösterilenden çok daha distopik (baskıcı karanlık bir toplum) bir gelecek beklemektedir.”
Amerikan medyasında Biden’cı yandaş medyanın ezici bir ağırlığı var, en devleri onlar. Netanyahu’nun katliamlarına Biden’ın üzüldüğünü, Trump’tan mahkeme önünde hesap sorarak adaleti sağlayacağını, Ukrayna konusunda Trump’ın vatanın çıkarlarına ihanet ve Rusya’yla işbirliği içinde olduğunu, popülist, ekstremist, faşist ve gazeteci düşmanı olduğunu yazıp çizen anlatanlar da hep onlar. Tüm Batı ülkelerinde muazzam medya ağı kurmuş durumdalar. Trump’ın geçen seçim sonrasında Capitool’a saldırdığını ve bu defa iktidara gelecek olursa iç savaş çıkartacağını iddia ediyorlar.
Şu günlerde ülkemizde de vizyonda bulunan İç Savaş filmi, onların bu iddialarına çanak tutuyor, daha da inandırıcılaştırıyor. İç Savaş filmi Biden’ın seçim kampanyasında önemli bir yere sahipti ve yandaşı medya tarafından pazarlandı.
Ancak seçim kampanya aracı olmasının yanı sıra, İç Savaş filmi önemli bir gerçeği de ister istemez gündeme taşıyor: ABD’de giderek artan kutuplaşma, bölünmüşlük ve halkın en az yarısında olası bir iç savaş endişesinin varlığı!
6 Haziran AB seçimlerinin görece sakin geçeceği beklentisinin aksine, bu defaki Amerikan seçimlerinin şimdiye kadar görülmedik ölçüde sert geçeceği, Pentagon dış politikasının da dünyanın belli başlı yörelerinde buna ayarlı olacağı anlaşılıyor.
Washington’un da artık, uzlaşamayan Pompei, Crassus ve Sezar’ları var!