‘İç Savaş ve Sevr’de Ölüm’e devam-(TAMAMI)

Yok efendim, Sèvres Antlaşması padişah Vahdettin tarafından imzalanmamış; yok efendim Kurtuluş Savaşı antiemperyalist değilmiş, mahalle kavgasıymış...

Bre munkabız, üç temsilciyi (Tevfik ve Ahmet İzzet Paşalar, Reşat Hikmet Bey) sekiz uzmanı ve üç katibi Paris Konferansı’na ben mi gönderdim? Sèvres Antlaşması’nı Saltanat ve hükümet adına Dr.Rıza Tevfik ile Reşat Halis değil de ben mi imzaladım? Sèvres Antlaşması’nı Saltanat Şûrâsı değil de ben mi onayladım?

Ama İngiliz makamlarına (Sir Horace Rumbold’a) içinde “Mustafa Kemal nesebi bilinmeyen Makedonyalı bir devrimcidir... Aralarında gerçek Türk yoktur... Benim sözde tutsaklığımı kullanıyorlar... Bolşeviklerden yardım görüyorlar... Ben her özveriye hazırım ama...tahtımın çıkarlarına zarar verilmesine müsaade edemem” cümlelerinin geçtiği 21.3.1923 tarihli mektubu ben yazmadım, Osmanlı Padişahı Mehmet Vahdettin yazdı.

Cahit Kayra’nın Sevr Dosyası adlı kitabının 168, 169, 262, 263, 264 ve 265 sayfalarını sizler de okuyabilir, belgeleri gözlerinizle görebilirsiniz.

Sèvres Antlaşması’nın metni 10 Haziran 1920 tarihinde bana değil Osmanlı’ya resmen verildi. Antlaşma 10 Ağustos 1920’de imzalandı. Osmanlı ağzını ancak İngiliz’e yalvarmak için açtı.

İç savaşın hainler cephesi

İslamcıların II. Abdülhamid ile birlikte en büyük padişahı olan Mehmed Vahdettin, Sèvres Antlaşması’nı paçavra gibi yırtan Anadolu İhtilali’ne karşı askeri birlikler göndererek, isyanları destekleyerek Sèvres Antlaşması’nın uygulanmasına katkıda bulunuyordu.

Sina Akşin kardeşimiz İç Savaş ve Sevr’de Ölüm‘de iç savaşın ihanet cephesinin adlarını veriyor: Anzavur Cephesi; Kuva-yı İnzibatiye’nin kurulması; Saray’ın I.Düzce, Kuva-yı İnzibatiye, I.Yozgat harekatları; Anzavur’un saldırısı; Saray’ın ve İtilaf Devletlerinin Kürtleri İç Savaş’ta kullanma tasarıları... Bunlara Çapanoğlu ve Delibaş Mehmet’inkiler türünden bir yığın isyanları da ekleyebilir...

Sèvres Antlaşması’nın 433 maddesi, Türkleri sadece Avrupa, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’dan atmayı değil Anadolu’dan da atmayı amaçlamaktaydı. Osmanlı hükümeti antlaşmayı imzalamaya karar verdiği sırada, Lloyd George parlamentoda “Turkey is no more” yani “Türkiye artık yoktur” (age. s.341) diyerek kasılıyordu. Kasılıyordu ama kısa bir süre sonra, elinin altında antlaşma maddelerini uygulayacak 27. Tümen bulunmadığını görerek lafının üzerine oturacaktı ve Lausanne’da “Bir zamanlar anlaşma maddelerini bunlara biz dikte ettiriyorduk, şimdiyse bunlar” diye dövünecekti.

Sèvres’in 10 Ağustos 1920’sinden Cumhuriyet’in 29 Ekim 1923’üne giden yol 3 yıl 2 ay 19 günlük bir gezi günlüğü değil elbette. Bu süre içinde her şey tersine dönmüştü:

İngiltere başbakanı David Lloyd George (d. 17 Ocak 1863 - ö. 26 Mart 1945) ağzından emperyalizm kendi tükenişini dile getirmekteydi.

Kurtuluş Savaşı antiemperyalist bir savaş değil, bir mahalle kavgasıymış! Adamın ağzını cart diye yırtarlar. Lloyd George, Liberal Parti’den seçilen son başbakan oldu. Yani Liberal Parti bir daha iktidar yüzü görmedi.

Sina Akşin diyor ki

“Sevr kötü bir düş, birinin hezeyanı, bir dedikodu değildir. Sevr altında mühürleri, imzaları bulunan, Batı’nın Osmanlı Türkleri için kararını açıklayan resmi bir belgedir. Denilebilir ki Batı’nın sadece üç devletinin işidir. Örneğin, diğer büyük devletlerden ABD, Almanya yoktur. Bu doğrudur, ama bütün Batı kamuoyunun Sevr’in arkasında bulunduğu ileri sürülebilir diye düşünüyorum. ABD’nin Sevr’in ağırlığına bir itirazı olduğu söylenemez. ABD Cumhurbaşkanı Wilson da Sevr’in ağırlığına, ‘bol kepçe’ bir Ermenistan sınırı çizerek önemli katkıda bulunmuştur. Almanya’ya gelince, sanırım Almanya’nınm ‘havasını’ en iyi ve en acı biçimde veren olay, dört yıl Almanya ile birlikte kan döken Osmanlı sadrazamı Talat Paşa’nın katilinin beraat ettirilmesi olmuştur. Dünyayı sarsan bir devrim yaptığı için Batı tarafından aforoz edilmiş ve yapayalnız kalmış, devrimci Türkiye’den başka müttefiki olmayan Rusya bile ilk aşamada Doğu Anadolu’dan Ermenistan’a ‘ikramda’ bulunmaya kalkışmıştır.” (S.342-343)

Sevres hayırlı olmuştur

İronik bir bakış açısı içinde, Sèvres’in Türkleri hayata geri döndüren bir darbe olduğunu söyleyebiliriz. Bu darbe olmasaydı, Türk’ün devleti olduğu yerde çürüyerek yok olacaktı. Başta Lloyd George olmak Sèvres’in karşı taraf imzacıları arı kovanına çomak soktuklarını bilebilselerdi; 10 Ağustos 1920’den 29 Ekim 1923’e giden süreci tahmin edebilselerdi antlaşmayı imzalamaz kalemlerini kırarlardı.

Bu antlaşmanın ne denli onur kırıcı olduğunu, Türkleri Anadolu’dan da sürüp çıkartmayı amaçladığını sadece bir avuç asker ve sivil aydın kavradı. Bu bir avuç özgürlükçü asker ve sivil aydın Türk’ü, özel tarihinde ilk kez yerinden yekindirdi. (Bunda Balkan bozgunlarından sonra Anadolu’ya göçen muhacirlerin büyük payı olmalı).

Sèvres’in yarattığı şok olmasaydı, Batı, Osmanlı’yı olduğu gibi bıraksaydı, günümüz Türkiye’sinin Afganistan’dan farkı olmazdı.

Bunca olan-bitenden sonra bile, tarihten ders çıkartmayı beceremeyen R.T.Erdoğan, Osmanlı döneminde bütün toplumsal yapıları çürüten medresenin yeni modeli imam-hatiple ülkeyi işgal etmeye kalkışır mıydı?

Sèvres Antlaşması’na ve onun imzacısı Osmanlı Saltanatı’na karşı ayağa kalkan öncüler Kul’dan iyi-kötü bilinçli bir Yurttaş yarattılar.

Ve 1920’lerde yaşıyor olsalardı İç Savaş’ın karşı cephesinde yer alacak olanlar, 2012’de tıpkı bir Anzavur gibi Cumhuriyet’e karşı aşağılık iç savaşlarını sürdürüyorlar.