İçimizdeki karanlık

Mutlak biçim arayışı bizi yabancılaşmanın barınağına götürebilir. Günün her ânını dolduran iş/güçle gelen yoğunluk, yaşama kaygısı, gördüklerimizle bize yansıyanlar, yaşadıklarımızla bizi biçimlendirenler insan/toplum ilişkilerinin sağanağında yüzümüze tutulan bir ayna gibidir.
Oradan hayatın akışına bakar, kendimize biçtiğimiz yaşama zamanları, gidip sığındığımız yaşama alanları bir zaman sonra içimizdeki karanlığın keşfine çıkarır bizleri.
Başlayan arayışın önceki anlık belirsizliği bir süre sonra biçimden biçime dönüşürken, ister istemez beklentilerimiz farklılaşır. Hatta hayata, insan ilişkilerimize de bu yeni oluşumun prizmasında bakarız.
İnsanın değişim isteği yenileşmenin bir göstergesi. Ama bu da bir çaba, özen, uğraş gerektirir eninde sonunda.
İnsan, çelişkilerinden doğar. Kendine bakma, çevresini algılama, yaşanılanları aklın, duyguların süzgecinden geçirme işte bir başlama noktasıdır. Önce bakmayı bilmek, görmeyi öğrenmek gerek burada yol alabilmek için.
İçimizdeki o karanlığı aydınlatacak gücün bakışı çıkacağımız yolculuklarda yatmaktadır. Zamanın ruhunu da ancak öyle kavrayabilir, hatta sorgulayabiliriz.
Oradan tutkularımıza bakarız, yani varoluşumuzun en eski arketipine döneriz. Benliğimizi saran bir sevgi arayışıdır aslında görmek istediklerimiz.
Var olma çabasının ardındaki gerçekliğin dilini kavramak için öğrenme yolunu seçmek, o mutlak biçimin ne olduğunu görebilmek için ise yaşadıklarımıza bakmak, bunlardan çıkarsamalarda bulunmak gerekir.
Bizler, yokluk zamanı içinde varlığın arayışına düştüğümüzden görmeyiz; ne bakan gözü, ne de edilen sözü... Salt tutkularımızın ardına takılır, kendi dilimizce konuşuruz.
Hiç de durağan olmayan bir zamanda, yaşadığımız günlerin esintisinin çekip bizi içine aldığı anları düşününce; yargılı, hatta tutuklu olduğumuz şeylere baktığımızı, alışkanlıklarla yol aldığımızı gözleriz.
İçimizdeki karanlığı aydınlatan sözlerden, yaşamalardan, yaşama mekânlarından geçirmeyiz kendimizi. Sıradanlaşan alışkanlıklarla hayatın ibresini belirleriz. Ki, tutuklu olma halinin bir yansımasıdır bu. Zaman aralığında edilen sözlerle sırlarız kendimizi ya da göz kırparcasına başka hayatlara gönül akıtmaların gizlilikte sürmesine kapı aralar, yabancılaşmanın ötesinde bir duygu sarmalına kapılıp gideriz.
Adı konmuştur bunun: Yalan veya aldatma! Ve hiçlik çadırlarını bu bakışla kurar dururuz. Gönlümüzün sesine bakmaz, içimizin karanlığını aydınlatan sese dönmeyiz!
Ne çok taşırız bunları yanımızda. İnsanın yüzlerini çoğullaştıran bir zamandan söz edince her birinin karşımıza çıkması, seyre alması kaçınılmaz.
Gene de derim ki; içimizdeki karanlığın örtüsünü kaldırabilecek bir cesaretle donanarak yol almak, zamanın sunduğu biçimlerden kendimize denk olanını seçip orada yoğunlaşmak/derinleşmek en iyisi.
Birçok yüzle ortada dolaşıp yüzsüzlük çarşısının nidacısı kesilmek günümüzde artık arsızlık da sayılmıyor biliyorsunuz!
Gene de biz duruluk, içten bakış, arı sözün simyacısı kesilmeyi elden bırakmayalım derim sevgili okurum.