İdeolojik esaretten kurtulmak-(TAMAMI)
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, kapitalizm, sınıf mücadelesinin, tarihin ve ideolojilerin sonuna geldiğimizi ilan etti. Oysa son yirmi yıldır sınıf mücadelesinde kan gövdeyi götürüyor, tarihte bir dönüm noktası yaşanıyor ve ideolojik mücadele belirleyici bir önem kazanmış durumda.
Sınıf mücadelesi dünyanın her yerinde başında ABD’nin bulunduğu emperyalist kamp ile Ezilen-Gelişen Dünya’nın milli devletleri arasında cereyan ediyor. Gelişen Dünya artık her alanda emperyalist sisteme alternatif oluşturur hale geldiği için, insanlık tarihinin önemli bir dönüm noktasından geçmekteyiz. Tarihsel olarak sıfırı tüketmiş bir toplumsal sistemin aşılması, bugün insanlığın ilerlemesinin düğüm noktasını oluşturuyor. Bu nedenle de ideolojik mücadele her zamankine göre daha büyük bir önem kazanmış durumda.
20. Yüzyıl devrimlerinin karşılaştığı iki büyük zorluk
20. Yüzyılın büyük devrimlerinin karşılaştığı ve bugüne ışık tutan iki önemli sorun vardır. İster Rus, ister Türk, ister Çin Devrimi’nde olsun, yeni dünyanın kurulması, eski dünyanın yıkılmasından daha çetin ve uzun bir görev olarak ortaya çıkmıştır. Emperyalist kuşatma altında ayakta kalabilmek için, kısa sürede ve emperyalizme muhtaç olmadan milli ekonominin kurulması ve emperyalist dünya ile aradaki farkın kapatılması gerekmiştir. Bu üç ülkede de bu hedefe yönelik iktisadi birikimin sağlanabileceği tek alan tarımdı. Dolayısıyla hem bütün halkla birlikte toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan köylülüğün refah düzeyini yükseltmenin, hem de az zamanda tarımdan sanayiye aktarılacak birikimi sağlamanın yol açtığı zorluklarla karşı karşıya kalınmıştır. Bu sorunun üstesinden gelmede kitlelere dayanmaktan ve onları seferber etmekten başka çare olmadığından, çözümün merkezinde ideolojik mücadele yer almıştır.
Kültür devrimi
İkinci önemli görev de kitlelerin düzeyinin, her kademede yönetimi ele almalarına ve etkin biçimde denetlemelerine elverecek ölçüde yükseltilmesiydi. Aksi halde yönetim bürokrasisinin paslanması kaçınılmaz olacak ve bu da devrimden geriye dönüş tehlikesini besleyecekti. Yine ancak kitlelere dayanarak ve onları seferber ederek yerine getirilebilecek olan bu görev de Lenin’in ve Mao’nun dilinde Kültür Devrimi, Atatürk’te de “on yılda yaratılan her yaştan on beş milyon genç” olarak ifadesini bulmuştur. Lenin’in kültür devriminin vazgeçilmezliğine ilişkin belirlemesi, Mao’nun kitlelere yaptığı “Düşünmeye cesaret edin! Konuşmaya cesaret edin! Davranmaya cesaret edin!” çağrısı, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, farklı coğrafyalarda biçimlenmiş aynı hedefe yönelik adımlardır.
Karşı-devrimin dayattığı ideolojik esaret
Dolayısıyla günümüzde karşı-devrimin bütün gücüyle ideolojik mücadeleye yüklenmesi tesadüfi değildir. Tarihin defterine kaydedilmiş ne kadar gerici unsur varsa, hepsine demokrasi adına özgürlük istenmesi ve geçmiş mücadeleler içinde itibar kazanmış bütün kavramların içlerinin boşaltılıp emperyalist hedeflerin ambalaj malzemesi olarak kullanılması, günümüzün en yaygın uygulamaları arasındadır. Devrim sonrası ülkemiz de dahil yaşanan bürokrasi paslanmasının kitlelerde yaratmış olduğu hoşnutsuzluk, emperyalizmin kitleleri etkisizleştirmek için kurcaladığı en etkili kaldıraçlar arasında yer almaktadır.
Çağımıza damgasını vuran en önemli etkenlerden biri bu kavram sahteciliğidir. Çünkü kitleleri ideolojik esaret altında tutmaya çalışmak, emperyalizm açısından bir ölüm kalım sorunudur. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni yasaklayanların “demokrasi” parolası, “En iyisi hiç düşünmesinler, düşünürlerse konuşmasınlar, konuşanlar da harekete geçmesin”dir.
20. Yüzyılın devrimci deneyiminden bizim de bir ders çıkarmamız gerekirse, ülkemizin bir “kültür devrimi”ne ihtiyacı vardır. Bazılarımızın özgürlüğünü kısıtlayan Silivri ve Hasdal’ın duvarlarının ötesinde “ideolojik esaret”tir. İdeolojik esaretten kurtulmak, düşünen, konuşan ve harekete geçen Türkiye’nin sihirli formülüdür.