İdeolojik mücadelenin çerçevesi

AK Parti Hükümeti 15 Temmuz’dan sonra FETÖ ile mücadele etmeye başlasa da meseleyi güvenlik bürokrasisine havale etmenin ötesine geçemedi, ideolojik mücadele yürütmekte başarısız kaldı. Bunun birinci nedeni Türk siyasi kültüründe ideolojik mücadele geleneğinin zayıflığıdır. İkincisi ise AK Parti’nin kendi ideolojik hattı.

Günümüzde FETÖ ile mücadelede adli düzlemde esaslı bir mücadele yürütülmekle birlikte, FETÖ tarzı bir örgütü var eden düşünce tarzlarıyla mücadele yetersizdir. Oysa bir hareket tarzının meşruiyeti iddia edilebildiği müddetçe, farklı zamanlarda farklı aktörler benzer teorik zeminlerde yeniden var olmayı sürdürür. Bir başka deyişle, FETÖ’yü var eden ideolojik zemin yok edilmediği ve bu tür bir örgütlenmeyi haklılaştıran tezlere dokunulmadığı müddetçe tehlike farklı isimler altında devam edecektir.

FETÖ batı destekli irtica hareketidir. 28 Şubat döneminde İslamcı akım içinde büyük itirazlara neden olmuş bu ifadenin somut olarak ne anlama geldiğini 15 Temmuz gecesi herkes gördü. Ancak görmek anlamaya yetmedi. Çünkü olguları doğru görmek için, sizi hedefe götürebilecek doğru bir teorik çerçeveye, yani görme biçimine sahip olmanız gerekir.

Sun Tzu, Savaş Sanatı’nda “Ne kendinizi ne de düşmanı biliyorsanız, sizin için gireceğiniz her savaşta yenilgi kaçınılmazdır” der. 15 Temmuz gecesi FETÖ Türk ordusu ve Türk milleti tarafından yenilgiye uğratıldı. Ama aynı zamanda AK Parti Hükümetinin de kendisini ve düşmanını bilmemesinin sonucu olan FETÖ’yü himaye siyasetinin Türkiye’yi uçurumun kenarına getirdiği ortaya çıkmış oldu. Bu bir siyasi yenilgiydi. AK Parti kendisini bilmiyordu; çünkü modern muhafazakârlık ile gelenekçi İslamcılık arasındaki ideolojik hattı ayırt etmek istemiyordu. Düşmanı bilmiyordu; çünkü baş hedef olarak belirlediği modernist devlet reflekslerini aşabilmek için milli devletle kavgaya tutuşmuş, küreselci bir yol tutturmuştu. Bu durum FETÖ’nün İslami bir cemaat değil, ABD’nin Gladyo aleti olduğu gerçeğini anlamasını imkânsız kılmıştı.

AK Parti Hükümeti 15 Temmuz’dan sonra FETÖ ile mücadele etmeye başlasa da meseleyi güvenlik bürokrasisine havale etmenin ötesine geçemedi. FETÖ’ye karşı ideolojik mücadele yürütmekte başarısız kaldı. Bunun nedenleri arasında iki tanesi öne çıkmaktadır. Birincisi ve AK Parti’ye özgü olmayan genel nedeni, Türk siyasi kültüründe ideolojik mücadele geleneğinin zayıflığıdır.

Hanefi Avcı, Haliç’te Yaşayan Simonlar’da PKK ile mücadelede görev yapan güvenlik güçlerinin örgütün ideolojisini ve militan devşirmesini sağlayan teorik kaynakları bilmediklerini hatta bilmek istemediklerini yazmıştı. Görevliler büyük özveriyle çalışıyor olmakla birlikte, karşı karşıya oldukları gücü terörist, anarşist vb. birtakım etiketlerle “açıklıyor” ve meseleyi kendi kafalarında çözmüş olmakla yetiniyorlardı. Avcı’nın anlattığı hikâye bizi Türkiye’de siyaset felsefesi ve onun modern zamanlardaki verimlerinden biri olan siyaset teorisinin zayıflığı hakkında uyarmaktadır. Zihinsel konformizm sadece o yılların güvenlik bürokrasisine özgü bir sorun değil, özünde, siyasal kültürümüzün bir özelliğidir. Düşmanı tanımayı küçümseyen ve teori ile arasına mesafe koyan siyaset kültürümüz nedeniyle 90’lı yıllar boyunca üniversitelerimizde PKK konusunda tez yazmak cesaret işi olmuş, siyasal etiketlenme korkusu gerçeğe sadakatin önüne geçmiştir.

İkinci neden, özel olarak AK Parti’nin kendi ideolojik hattı ve kültürel referanslarını tarif etme biçimindeki sorunlardan kaynaklanıyor. FETÖ’nün ABD emperyalizminin doğrudan denetimi altında teokratik bir siyasi düzen kurmayı amaçlayan illegal bir siyasi parti olduğunu idrak edememesi, siyasette dostları ve düşmanları tarif etme tarzındaki yanlışın sonucuydu. Kendisini tarif ederken başvurduğu ideolojik referansların yol açtığı yanlış, hem kendisinin FETÖ tarafından arkadan vurulmasına, hem ülkenin uçurumun kıyısına gelmesine hem de bugün etkili bir ideolojik mücadelenin verilememesine neden oldu, olmaya devam ediyor. Bu teorik zaaf nedeniyle, AK Parti’nin günümüzde de gerçekte illegal siyasi partiler gibi hareket eden, devlette kadrolaşmaya ve siyasal güç toplamaya çalışan kimi tarikatlara karşı benzer bir himaye tavrı içinde olduğu görülmektedir. Nasıl gerçekte FETÖ bir tarikat, cemaat ya da sivil toplum hareketi değil, iktidarı elde etmeyi amaçlayan ve bu amaçla örgütlü hareket eden bir siyasi parti idiyse, günümüzde devlette kadrolaşan “tarikatlar” öyledir. Nitekim bunların devlet içinde kadrolaşmaları ABD emperyalizminin, AB ülkelerinin ve NATO’nun himayesi altındadır. 1990’lardan yani küreselleşme sürecinin başlaması ve milli devletlere savaş açılmasından bu yana, Gladyo, besleneceği folluğu bunlar aracılığıyla kurmakta, milli siyasetleri bunlar aracılığı ile ezmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla FETÖ ideolojisi ile hesaplaşmanın başarısı, tam bağımsızlığın ve laikliğin yapısal sonuçlar üretecek biçimde hayata geçirilmesinden geçmektedir.

FETÖ’nün var olduğu ideolojik zeminin yok edilmesi, din ve siyaset ilişkisinin teopolitik boyutlarını, dinin ideolojikleşmesini mesele eden ilahiyat boyutu ile bırakılmamalı, siyaset bilimi ve sosyoloji başta olmak üzere bilimsel ve teorik çalışmalar ile de desteklenmelidir. Bu amaçla üniversitelerde tezler yazılması teşvik edilmeli, TV’lerde bilim insanlarının gündelik olanın ötesine geçen, -depremler sonrasında ya da pandemi sürecinde gördüğümüz türden- daha derinlikli, daha kapsamlı ve nedensellik ilişkilerini öne çıkaran tartışmalarına yer verilmelidir. İdeolojik mücadele ideolojik aygıtlar eliyle yürütülür. Bu aygıtları Althusser kadar genişletmeden söyleyecek olursak, üniversiteler başta olmak üzere eğitim kurumları, basın-yayın kuruluşları, din kurumları ve siyasal partiler ve kitle örgütleri tarafından yaratılan ideolojik-kültürel atmosfer, bu alandaki kavramların içerikleri, söylemler, kültürel değerler ve yaratılacak rol modelleri ideolojik mücadelenin çerçevesini oluşturur. Devlet, bu çerçeveye ilişkin olarak ideolojik mücadelenin sınırlarını çizmeli ve aydınlara görevlerini hatırlatarak, teşvik ederek, ödüllendirerek, gündemde tutarak, üretilen bilgiyi eğitim kurumlarında ve medyada dolaşıma sokarak pekiştirmelidir. 

Ancak, bir daha vurgulayalım, ideolojik mücadelenin sınırlarını doğru çizmek yani ideolojik mücadeleyi doğru ön kabullerin üzerine oturtarak yürütmek başarı için tayin edicidir. Çünkü bütün bu çalışmaların amaca uygun olması için FETÖ’nün neden ABD tarafından eğitildiğini, NATO tarafından korunduğunu, AB ülkeleri tarafından kollandığını anlamayı ve açıklamayı baş hedef olarak saptamak gerekir. Maalesef günümüzde çoğu bilim insanı, parti yöneticisi ve bağımsız aydın, zihinlerini liberal ve Avrupamerkezci kalıplardan kurtarabilmiş olmadıkları için, FETÖ ile ideolojik mücadeleyi içi boş bir demokrasi savunusu ve darbe karşıtlığı çerçevesinden yapabileceğini zannetmektedir. AK Parti Hükümetinin ise Türkiye’nin önüne AB tam üyeliğini sahici bir hedefmiş gibi koyması, ekonomi yönetimini küresel kapitalizme bağlaması, komşuları ile ilişkilerini ABD siyasetlerine uyumlulaştırmaya çalışan “küçük Amerika” geleneğine bağlı kalmayı sürdürmesi, geçmişte FETÖ karşısında yaşadığı paralize olma halini yarın başka tehditlere karşı yaşaması tehdidini açık tutmaktadır. AK Parti 15 Temmuz dersini yaşamış olmasına rağmen henüz iç ve dış siyasetlerini batı destekli irtica tehdidi gerçeğinin ne “batı desteği” ayağının tasfiyesine ne de “irtica”nın ekonomi-politik karşılığını kavramaya vardırabilmiş değildir. Bağımsızlık ve laiklik programı hala önümüzde durmaktadır.