İdlib krizinde doğru soruyu sormak
İdlib’de 33 askerimizin şehit olması üzerine savaş çığırtkanlığı yapanlar, en büyük destekçileri olarak ABD ve NATO’yu yanlarında buldular. Son olaydan sonra ABD’nin S-400’leri işaret etmesi ve almaktan vazgeçin demesi yeterince uyarıcıdır. Hükümetin İdlib konusundaki yığınak hatası, ABD’yi ve içimizdeki işbirlikçileri umutlandırmış durumda. Savaş çığırtkanları, bugün Rusya, İran ve Suriye bloğuna karşı savaşmanın ABD uğruna savaşmak olduğunu elbet biliyorlar.
Yaşadığımız son olaylarda aklıselim ile hareket etmek ve en doğru milli stratejiyi izlemek için cevabı aramaktan önce doğru soruyu sormamız gerekiyor. Doğru soru şu: Türkiye’nin İdlib’de Suriye’nin toprak bütünlüğü aleyhine bir himayeyi sürdürebilmesi mümkün mü ve gerekli mi?
Ortada bir yığınak hatası, ilk düğmesi yanlış iliklenmiş bir gömlek var. Suriye’nin meşru rejimini bir iç savaşla yıkmak, Büyük Ortadoğu Projesi’nin adımlarından biriydi. Davutoğlu, bu projenin hem yürütücüsü hem de teorisyeni olarak hareket etmişti. Dünyaya ekonomi-politik realiteleri yerine dar mezhep gözlükleri ile bakanlar, projenin başarılı olacağına inanmışlardı. Proje’nin Suriye ayağı yürürlüğe konduğunda, Suriye’nin içinden ve başka ülkelerden getirilen militanlar eliyle iç savaş başlatıldı. Ama hem ulusal hem de uluslararası reel politik kendi hükmünü verdi ve kaldırılan taş ayağa düştü. Esad, hem toplumsal meşruiyetinin genişliği hem de Rusya ve İran gibi bölge ülkelerinin desteği sayesinde tutundu. Gelinen noktada Yeni Suriye’nin yönetici kadroları olmayı bekleyen “öfkeli çocuklar” İdlib’e sıkıştılar. Militanların sayısı on binlerle ifade edilse de, işin içine aileleri ve destekçileri de girdiğinde sayıları yüzbinleri buluyor. Davutoğlu, ilk düğmesi yanlış iliklenmiş o gömleği bırakıp gitti. Dolayısıyla yukarıdaki soruyu şöyle de ifade edebiliriz: hâlâ bu gömleği giymeyi sürdürmeli miyiz?
Bugün Türkiye’nin Esad tarafından yapılacak bir süpürme harekâtında sınırlarına doğru büyük bir göç dalgasına maruz kalma tehlikesi var. Bu tehlikeyi önlemek için İdlip’de tedbir alması haklı bir durum. Yapılması gereken iş, artık çökmüş olduğu ortada olan iç savaş projesinin yenilmiş aktörlerini sonsuza dek korumak, onlara Suriye içinde Esad’ın kabul etmeye zorlanacağı bir özerk bölge sağlamak vs. değil. Bunu yapabilmesi için Türkiye’nin ya Rusya ve İran’dan daha güçlü olması ya da bütün bölge denklemini karşısına alıp ABD ile iş tutmaya kalkması gerekiyor. ABD’nin istediği tam da bu. Ama ABD ile hareket etmenin faturasının ne olduğu 15 Temmuz’da, Doğu Akdeniz’deki NATO tatbikatlarında, ekonomik çökertme tehditlerinde vb. yeterince görüldü.
O halde yapılması gereken, muhalif denilen iç savaş artıklarının yeniden konumlandırılması. Bölge devletleri açısından İdlib’de teröristlerden başka bir şey yok ve tasfiye edilmek istemeyenler teslim olmalı. Suriye geçtiğimiz Eylül’de genel af ilan etti. Teslim olanlar kanun dairesinde muamele görecekler. Ama öyle görünüyor ki, HTŞ gibi bir kısım cihatçı muhalif İdlib’de kurtarılmış bölge ısrarını sürdürürken, ılımlı denilen grupların bir kısmı teslim olmaları halinde can güvenliklerinden emin değiller. Esad’ın ilerde genel affa uyacağından kaygılılar. Bu durumda Türkiye hükümetinin yapması gereken, ılımlı muhalif dediği unsurları Suriye toprakları içinde Suriye’den koruyan bir düzenleme getirmek ve bunu bütün bölge ülkelerine kabul ettirmeyi umut etmek midir? Gerilimin giderek tırmanması ve 33 şehit gerçeği, bu planın çalışmadığını gösteriyor.
Türkiye’nin önünde fazla seçenek yok. ABD ile birlikte NATO’yu işin içine davet ederek, bölge ülkelerine karşı denge oluşturmaya çalışmak bir yol. Bu yolun sonunda PKK’nın devletleşmesine ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Antalya körfezi ile KKTC arasına sıkıştırılmasını kabul etmek var. Şimdilerde bölge denklemine karşı NATO’ya sarılmak en kolay “çözüm” gibi sunuluyor. Kolay ama gerçekçi değil, çünkü orta vadede milli çıkarlarımız açısından maliyeti çok yüksek. Oysa hükümet açısından şu anda gerçekçi olan davranış tarzı, eski iç savaş unsurlarının silah bırakmaya zorlanmalarıdır. Türkiye’ye yönelik göç tehlikesi, bu unsurların İdlib’de devlet içinde devlet gibi davranmayı sürdürmek istemelerinden kaynaklanıyor. Silah bıraktıktan sonra ikinci aşamada Suriye ve Rusya ile diplomatik ilişkiler içinde, bu unsurların can güvenliklerinin sağlanmasına yönelik görüşmelere oturmak mümkün. Bu sağlandıktan sonra Esad’ın ülkesini birleştirmek için PYD bölgelerine yönelmesi mümkün olabilecek. Bu da bir başka yol.