İdlib’de görülen hesap

İdlib çelişkisi, Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlama iradesi ile özerk bölgelere ayırma iradesi arasında iki arada bir derede sürdürülmesi mümkün olmayan bir çözüme ilerliyor. Türkiye bu çelişkinin çözümünde karşı karşıya gelen iki büyük sistem karşısında, kendisi de iki arada bir derede pozisyonda görünüyor. İdlib meselesi Türkiye açısından uluslararası sistemler arasındaki yeri bakımından geçiş dönemi krizi karakteri taşıyor.

İdlib’de Atlantik ve Avrasya sistemlerinin öncü güçleri hesaplaşırken, Türkiye bu iki sistemin ikisiyle de tutarsız ilişkiler kurmuş durumda. Çatışmanın ortasında Atlantik sisteminin üyesi, Avrasya sisteminin heveslisiyiz. Suriye’nin ABD tarafından bölünmesinden zarar görürken, mezhepçi bölme kalkışmasının “muhalif” artıklarına bir yaşam alanı yaratma derdindeyiz. Atlantik bize bölünme ve dağılma dayatırken, birliğimizi Avrasya denklemine yaslanarak koruma hesabı yapıyoruz. Biz yanaştıkça Avrasya bizden bir sistemsel bütünleşme, stratejik işbirliği bekliyor. Her iki sistem de Türkiye’nin biraz orada biraz burada durarak idare etmemesini, kendi stratejilerinin ortağı olmasını bekliyorlar. Ama sorun sadece idare-i maslahat değil. Türkiye’nin geçmiş on yıllarının bağlantılarından ve Suriye krizinin en başından beri yanlış yönetilmesinden gelen ağırlıkları bulunuyor.

ABD’nin Suriye’de toprak bütünlüğünden yana olmadığı açık. PYD üzerinden bölünmüş bir Suriye derdinde. Bu sırada dikkatlerin İdlib’e yoğunlaşması ABD açısından faydalı. Oradaki bölünmüşlük meşru hale gelirse, PYD kantonları da ileride Esad’ın hedefi olmaktan çıkar. Bu nedenle ABD, İdlib’de Erdoğan yönetiminin arkasında duruyor ve krizin sürmesini teşvik ediyor.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı açıklamaları yaparken, Cumhurbaşkanı Erdoğan “İdlib’i rejime bırakmayacağız” diyor. Esad rejimi dışında Suriye’de toprak bütünlüğü sağlayabilecek bir güç olmadığına göre İdlib’i rejime bırakmamak, bu bölgede ayrı bir yönetim kurma hesabı yapmak demek oluyor. Oysa Rusya, başından beri Suriye’nin meşru rejimini destekliyor. Geçmişte rejimi yıkmaya çalışan güçler İdlib’de sıkıştırıldılar. Suriye, eninde sonunda burayı da toprak bütünlüğü içine almak amacında. Bu koşullarda Türkiye hem ABD’nin tuzağına düşmemeyi hem de bölge devletlerine yeni bir toprak bütünlüğü tarifi yaptırmayı kabul ettirebilir mi?

Erdoğan yönetimi, geçmişte Suriye rejimine karşı “silahlı muhalefet” yürütmüş olan grupların bazılarının terörist olmadığını iddia ediyor. Onları teröristlerden ayırmayı başarsa bile, gelecekte onlarla ne yapacağı belirsiz. Binlerce insanın aileleriyle birlikte başka bir ülkeye nakledilmeleri vs. pek kolay değil. Suriye rejimi geçtiğimiz haftalarda genel af ilan etmişti. Silahlarını bırakıp teslim olurlarsa, Suriye devletinin çatısı altında yaşamaları için bir yol aranabilir. Ama Erdoğan’ın “İdlib’i rejime bırakmayacağız” açıklamasından anlaşılan, kafalarındaki projenin, İdlib’i Esad’ın ilişemediği bir özerk/tampon bölge haline getirmek olduğu. Bu durumda, hükümetin geçmişte Esad rejimine karşı Atlantik stratejisi içinde yer alan davranışları, dünya görüşü ve sorumlulukları, bugün İdlip krizinin çözülmesinde bir ayakbağı olmuyor mu?

Türkiye’ye bölünme dayatan ABD, şimdi krizi fırsata çevirme derdinde. Bu noktada, işin buraya geleceğinin başından beri belli olduğu yorumlarına gün doğmuş durumda. Erdoğan’ın Trump ile son görüşmesinde S-400 meselesinin kırmızı çizgi olarak konulduğu, bu sistemin Türkiye’ye kurulması halinde büyük bedel ödetileceği tehditlerinin açıkça yapıldığı söylendi. Türkiye, 15 Temmuz’dan sonra daha belirgin şekilde Atlantik sisteminin yoldan çıkmış çocuğu gibi davranmaya başladı. Ama bütün yaklaşmalara rağmen Avrasya sisteminin organik bir parçası da değil. NATO sistemi dışına çıkmayı getirecek olan savunma sistemindeki çoğullaşma, Atlantik’ten kopuş sürecinin en önemli kırılma aşamalarından birini oluşturacak. Ancak bu kırılmayı Avrasya güçleri ile stratejik tutarlılık ve işbirliği içindeki mantıksal sonucuna götürmek açısından hem Erdoğan’ın kişiselleşmiş Esad düşmanlığından hem de AK Parti içindeki Atlantikçi kanadın etkisinden kaynaklanan bazı zorluklar var.

Türkiye, dünyayı paylaşan emperyalist güçlerden biri değil. Bölgede ABD’nin şemsiyesi altında “alt emperyalist” roller oynama hayali gören Davutoğlu’nun stratejik derinlik hesapları çöktü. Bizim kendi milli devletimizi emperyalist kuşatmadan korumaya çalışırken, Suriye için başka bir gelecek tasarlayabileceğimizi, sonra da buradan kendi bütünlüğümüzü koruyarak çıkabileceğimizi düşünmemiz büyük hata olur.