İdlib’den sonrası

Durumun içinden çıkılmaz bir hal aldığı, tabiri caizse ‘at izinin it izine karıştığı’ günlerde meseleyi basitleştirmek, temel doğruları ve ilkeleri tekrar hatırlamakta yarar var.

Olguları sıralayarak başlayalım:

İdlib’de yapılan saldırıyla Mehmetçiklerimiz hedef alındı. Ankara ve Moskova’dan karşılıklı olarak olumlu açıklamalar olsa da Türk-Rus-İran ilişkileri ve hali hazırda cılız bir biçimde sürmekte olan Ankara-Şam diyaloğunun ağır hasar aldığı açık.

TSK, uluslararası hukuktan kaynaklanan misilleme hakkını kullanarak saldırılara karşılık verdi.

Misilleme hakkı bir adım ileriye taşındı ve iktidar Bahar Kalkanı adı altında, PKK/YPG terör örgütleri ve Suriye hükümet kuvvetlerine karşı askeri operasyon başlatıldığını ilan etti.

Diğer yandan, ABD ve AB’ye Suriye’de Türkiye’nin yanında tavır alınması için mesajlar gönderildi. Çağrıların cevapsız kalması sonrası, Türkiye’deki sığınmacılar Avrupa üzerinde baskı yaratmak amacıyla Yunanistan sınır kapısına yönlendirildi.

İdlib’de askerlerimizin şehit edilmesi sonrası ortaya çıkan manzara, 15 Temmuz 2016 hain darbe girişimi sonrası komşularla iş birliğine ağırlık vererek sürdürülen “denge siyasetinde” ağırlığın tekrar Batı kampına dönme ihtimalini gündeme getirdi.

DENGE SİYASETİ İDLİB’DE İFLAS ETTİ

Geçen hafta yazdık, bu hafta da tekrar edelim; Türkiye’nin 60 yıldan bu yana sürdürdüğü, son 5 yıldan bu yana yoğun bir biçimde uygulanan “denge siyaseti” İdlib’de iflas etmiştir.

Bugün iktidar yanlıları denge siyasetinin başarıyla uygulandığını iddia ederken, “eski Türkiye”yi savunan muhalefet temsilcileri ise, AKP’nin Rusya’ya fazla yanaşarak denge siyasetinin terazisini bozduğunu dillendiriyor.

İki tarafta, Washington’u Moskova, Moskova’yı Washington’la dengeleyebileceğimiz koşullar olduğuna inanıyor ve siyasetlerini Soğuk Savaş paradigmasına göre kurmaya devam ediyor. Anlaşmazlık ise ağırlığın hangi tarafa verileceği konusunda yaşanıyor.

İDLİB’DEN ÇIKIŞ

Türkiye’nin İdlib’den denge siyaseti izleyerek çıkma şansı yok. Keza tek başımıza sonlandırabileceğimiz bir sorunla da karşı karşıya değiliz. Bölgede bulunan kuvvetlerin tamamının ortak bir çözüm bulması gerekiyor.

Bu noktada Ankara ve Şam arasında duran Moskova’nın atacağı adımlar önemli:

1. Moskova, İdlib’de askerlerimize karşı düzenlenen saldırının benzerlerinin yaşanmaması konusunda uyarılmalı.

2. Türkiye’nin İdlib merkezli göç ve Fırat’ın doğusuna yuvalanan PKK/YPG terör örgütlerinden kaynaklı kaygıları Moskova’ya ısrarlı bir biçimde anlatılmalı. Türkiye’nin kaygıları Moskova tarafından anlaşılmadığı müddetçe, orta yolun bulunması zor gözüküyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet yetkilileri, ısrarla TSK’nın Suriye’nin kuzeyinde terör koridorunu engellemek için bulunduğunu ifade ediyorlar. TSK’nın İdlib’deki varlığı da dolaylı yoldan PKK/YPG koridoruna karşı mücadelenin bir parçası olarak gerekçelendiriliyor.

Rusya’daki siyaset yapıcıların, PKK/YPG’ye karşı hamleler yapması halinde Türkiye’nin İdlib’deki ısrarının yumuşaması beklenebilir.

Aksi durumda, Türk-Rus ilişkilerinin normalleşmesini beklemek hayalcilik olacaktır.

Diğer yandan Türkiye’de iktidarın;

1. İdlib ısrarının Türkiye’yi içeride kırılgan hale getirdiği ve dışarıda yalnızlaştırdığını,
2. Rusya ve ABD arasında sürdürülen “denge siyasetinin” trajikomik bir hal aldığını ve Türkiye’yi itibarsızlaştırdığını,
3. Nasıl İdlib ve Suriye siyaseti bütünlük oluşturuyorsa, Suriye ve Doğu Akdeniz siyasetine de bir bütün halinde bakılması gerektiğini anlaması şart.

İktidar rüzgârın tersine kürek çekmeye devam ettiği müddetçe ülkemizin daha büyük fırtınalarla karşılaşması olasıdır.

Bir sonraki büyük fırtınada, ilk alabora olacak olan ise iktidar olacaktır.

Eğer PKK, PYD, FETÖ ve benzeri örgütlere karşı mücadelenin başarıyla sürmesini, ülkemizin egemenliği ve toprak bütünlüğünün korunmasını istiyorsak, komşularla ilişkileri normalleştirmemiz mecburiyettir.

Türkiye bu zor günleri atlatacak birikime sahip bir devlettir.

Cumhuriyetin kurucu ilkeleri ve Atatürk’ün miras bıraktığı komşularla dostluk siyaseti fırtınadan çıkış reçetemizdir.

NATO artığı denge siyasetinin Türkiye’yi götüreceği yer ise yeni yıkımlardır.

Türk milletinin başı sağ olsun.