İflas eden dış politka

Cumhurbaşkanın Amerika Birleşik Devletleri'ne yaptığı ziyarette görüşmeler bugün başlıyor.
Bu seyahatin ön hazırlığını yapmaya giden heyetin bakanlık dışı yetkililerden oluşmuş olması tam da Tayyip Erdoğan tarzı dış politikaya yakışan bir durumdu. Böyle önemli bir ziyareti hazırlamak üzere dışişleri bakanı veya hiç olmazsa bakanlık müsteşarı önceden ABD’ye gitmeliydi.
Bu üst düzey heyetin amacı, Suriye'de IŞİD'e karşı nihai harekatın, YPG/PYD ile işbirliği yerine, TSK ile yapılması konusunda ABD yönetimini ikna etmekti.
Ama Trump, daha heyetin ayrılmasını bile beklemeden, YPG'ye gelişmiş silahlar verilmesi kararını onayladı. Beyaz Saray Sözcüsü, kararı teyit ettikten sonra, "Türkiye'nin güvenlik endişelerinin farkındayız. Türk halkına ve Hükümeti'ne, ABD'nin NATO müttefiki Türkiye'yi koruma konusunda kararlı olduğu güvencesi veriyoruz" dedi.
Bu sözlerden, "YPG, Türkiye'ye zarar verirse, biz Türkiye'yi koruruz" anlamı çıkıyordu ki, bu sözlerin Türkiye'yi rencide edeceği tartışmasızdı.
Bu koşullar altında, kendisine saygısı olan bir devlet, yapılacak ziyareti iptal ederdi. Ancak, IŞİD bağlantılarına ilişkin belgeler ve Zarrab dosyası masada iken, cesaret edilebilir miydi? Tabii zordu.
Uluslararası basın, ABD'nin desteğinden cesaret alan YPG/PYD'nin, IŞİD'e karşı mücadelenin karşılığı olarak, ABD'den "Rojava"nın dışındaki bazı alanların da kendi denetimlerine bırakılmasını ve Akdeniz'e bir "ticaret yolu" açılmasını isteyeceğini yazıyor.
Afrin'deki Rus üssü de yerinde duruyor.
Velhasıl, Suriye politikası battıkça batıyor. Şuursuzca bir Rusya'ya, bir ABD'ne koşuyoruz. İkisinin de esiri halindeyiz...
Bu arada, CHP, Suriye'de gelinen aşama üzerinden Hükümet'i eleştiriyor ve Şam ile işbirliği yapılmasını tavsiye ediyor. İyi de, 2011 yılında o zamanki Genel Başkan Yardımcısı'nın "Esad'ın gitmesi hedeftir ve CHP bu hedefe katılmaktadır" açıklaması ile, Genel Başkan'ın 2014 ve 2015 yıllarında söylediği "YPG bize göre terör örgütü değildir. Vatanını kurtarmak için örgütlenmiş oluşumdur" sözleri arşivlerde dururken nasıl inandırıcı olacak?
"Kerkük'e çekilen o Kürdistan bayrağı inecek" naralarına Barzani kulak asmadığı gibi, sonbahar aylarında" bağımsızlık referandumu" yapma hazırlığı içinde. Üstelik referandumu, sanki resmen kendisine aitmiş gibi, Kerkük'de ve el koyduğu diğer Arap topraklarında da yapmayı planlıyor.
Barzani, bölgesel ve uluslararası koşullar şimdilik uygun olmadığından, referandum sonrasında hemen bağımsızlık ilan edemeyeceğini biliyor. Amacı, Bağdat karşısında elini güçlendirip bağımsızlık yolunda daha geniş hareket alanı sağlamak. Bağdat hükümeti nezdinde hiçbir güvenilirliği olmayan Türkiye'nin bu gelişmelere müdahale edebilecek imkanı maalesef yok.
Mezhepçi dış politika Irak'da da duvara toplamış durumda. Trump'ın ilk yurtdışı ziyaretlerini bu ay içinde İsrail, Suudi Arabistan ve Vatikan'a yapacağı açıklandı. İsrail ve Suudi Arabistan, malum İran'a karşı ABD'yi kışkırtıyorlar.
Trump, seçim kampanyası döneminde İran ile varılan nükleer anlaşmayı "Gördüğüm en kötü anlaşma" olarak tanımlamış, seçilince bu anlaşmayı bozacağını ve İran'ı bu yolla sıkıştıracağını ima etmişti. Ancak, göreve gelince gördü ki, İran, anlaşmanın kendisi bakımından koyduğu bütün yükümlülükleri yerine getiriyor. Bu şartlar altında anlaşmayı bozsa, uluslararası alanda güç durumda kalacak. İran'ın "üzerine çullanmak" için başka bahaneler üretilmesi gerekiyor. İşte, İsrail ve Suudi Arabistan'a yapılacak ziyaretler bu bakımdan önem kazanıyor.
Bizi de içine çekme riski taşıyan bu gelişmeler karşısında çok dikkatli olmamız gerekirken, en yetkili ağız "Fars yayılmacılığından" söz edebiliyor.
Velhasıl, mezhepçi dış politika çok vahim gelişmelere gebe.