İhracata dayalı istikrarlı büyüme gerçekçi mi?
Ticaret bakanı Sn. Ruhsar Pekcan 29 Ağustos 2019 günü "İhracat Ana Planını" açıkladı. 2019-2023 yılları arasını kapsayan 11. Kalkınma Planı paralelinde "11. KALKINMA PLANI’NIN İSTİKRARLI BÜYÜMENİN İHRACATA DAYALI OLDUĞU BİR ANLAYIŞLA" şeklinde özetlenebilecek ana fikir doğrultusunda, 2023 yılında 226.6 milyar dolarlık ihracat yapılması hedeflendiğini söyledi.
Bu plan çerçevesinde hedef ülkeler ve hedef sektörler belirlenmiş. 17 ülke hedef ülke olarak belirlenmiş ABD, Brezilya, Çin, Etiyopya, Fas, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, Irak, İngiltere, Japonya, Kenya, Malezya, Meksika, Özbekistan, Rusya ve Şili. Hedef ülke haricinde beş ana sektör de hedef sektör olarak seçilmiş: Makine, otomotiv, elektrik-elektronik, kimya ve gıda endüstrisi.
MERKEZE DÖVİZİ KOYMAK!
İhracata dayalı sanayileşme olarak 1980’lerde Turgut Özal tarafından formüle edilen bu sistem, ne yaparsan yap ihraç et, döviz kazan temelinde hareket etmektedir. Soros biliyorsunuz ne demişti, "Türkiye’nin en iyi ihraç malı askeridir."
Yani ABD hedeflerine, Mehmetçik kan dökecek, bunun karşılığında Türkiye döviz kazanacak. 1980’lerden bu yana bu formülle Türkiye komşuları üzerine sürülmeye çalışılmıştır.
Sadece ihracat hedefleyen sistem neden birçok sorunu içinde barındırmaktadır. Dışarıdan bakıldığında son derece masum ve sonucu ülkenin refahını arttıracak bir sistem gibi görünse de;
* 11. Kalkınma Planı’nda, planı yapanlar ne yaparsa yapsın, neyi nereye koyarsa koysun İŞSİZLİĞİ beşinci yılın sonunda yüzde 9.9’un altına indiremiyor. Siz adı kalkınma planı olan planda kalkınma değil, büyümeyi hedef olarak alırsanız, MERKEZE İNSANI DEĞİL, DÖVİZİ KOYARSANIZ planınız, devletin görevi olan refahı arttırmak, refahı topluma yaymak görevlerini yerine getiremez.
* 1980’lerden bu yana ısrarla uygulanan İhracata Dayalı Sanayileşme Modeli yaşadığımız son 40 yıl içinde sürekli olarak daha fazla dövize ihtiyaç ötesinde, yurt dışı ve içi borcun artması haricinde bir sonuç doğurmamıştır.
* İstikrarlı büyüme ihracat ile olabilir mi? Tabi ki ihracat yapılacak, çünkü ithalata ihtiyacımız var. Her malı ve hizmeti biz üretemeyeceğimize göre. Bu ithalatı yapmak içinde bunu fonlayacağımız para birimine ihtiyacımız var. Ancak her türlü beklentini, refah artışını ihracata bağlamak, ihracat yaptığınız ülkelere bağımlılığı da beraberinde getirir.
Ne var bunda diyebilirsiniz, tüm ülkeler birbirine bağımlı değil mi, küreselleşme moda iken bunun cevabı şöyle başlardı: KÜRESELLEŞEN DÜNYAMIZDA. Şimdi kimse küreselleşen dünyamız diyemiyor.
KÖTÜ SİNYALLER GELİYOR
En çok ihracat yaptığımız coğrafya, Avro Bölgesi de diyebileceğimiz Avrupa’dır. O ülkelerdeki herhangi bir durgunluk emaresi bizde çok ciddi ihracat krizine yol açar. AMB (Avrupa Merkez Bankası) 2019 yılı içinde parasal genişleme programından vazgeçeceklerini 2016-2017 yılından bu yana söylüyor. Ancak gördüğümüz gibi AMB parasal genişleme programından vazgeçemiyor. Ayrıca 2020 yılı için Avrupa’da, özellikle Almanya’da durgunluk tehlikesinin çok ciddi boyutta beklendiği dillendiriliyor. Hedef 17 ülke içinde Brexit’i saymazsak, yine de Avrupalı diyebileceğimiz sadece İngiltere var. Ancak "Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmayalım." Yani en güvenebileceğimiz pazarlar dahi, herhangi bir kasıt olmadan, kendi ekonomik koşulları gereği aldıkları ürünleri azaltabilirler.
* Tabi bir önceki maddenin arkasından ambargo ihtimalini yazmak mutlaka gerekecektir. Hedef ülkelerimiz içinde ABD’de var. S-400’lerle ilgili ambargo tehditleri daha halen devam ediyor. Ayrıca F-35 uçaklarının sipariş verilen bölümünün Türkiye’ye teslim edilmeyeceği tehditleri gündem de. Ayrıca ABD senatosuna Türkiye’ye ambargo uygulanmasına yönelik verilen teklifler var. Yani alfabetik sıralama nedeniyle de olsa en başa tercihli ülke diye yazdığınız ABD şimdiden kötü sinyaller veriyor.
İNSANI MERKEZE ALALIM
* Bunların üstüne, şu anda dünyada gelişen, ABD-Çin arasında başlayan ve dünyadaki büyümenin önünde çok ciddi bir engel olan Ticaret Savaşları bu tür program uygulamanın önümüzdeki dönem çok kolay olmayacağını işaret ediyor.
Böyle bir program uygulamak yerine, öncelikle "İNSANI MERKEZE ALAN", ülkemizdeki tüm üretim olanaklarını harekete geçiren, başımızın püsküllü belası "cari açığı" çözmeye yönelik program uygulasak. İthal ikamesi programı ile birlikte, proje dâhilinde yüksek teknolojili ürünler geliştirsek. (Türkiye yüksek teknoloji geliştirme konusunda, özellikle savunma sanayinde yaptıkları ile kendini kanıtlamış bir ülkedir.)
Hedef olarak kendi kendine yeten, 85 milyon insanımızın refah ve mutluluğunu, iş sahibi olmasını sağlayan ve Ekmek Teknelerini koruyan program uygulasak daha doğru olmaz mı?