İkisi de altın ama biri Koza diğeri Portakal -(TAMAMI)

Ünlü bir yönetmenimiz, bir gazetenin kendisiyle yaptığı bir röportajında, niye Adana Altın Koza Film Festivali’ni tercih ettiğini soran muhabire “ Jüri başkanlığı çok önemlidir. Aradıklarında ‘Jüri başkanı iyiyse filmimi veririm’ dedim; Ferzan Özpetek’i görünce seve seve filmimi vermeyi kabul ettim” diye bir yanıt vermiş. Ama Altın Koza’yı tercih eden yalnızca bu yönetmenimiz değil, ayrıca günümüz sinemasının önemli isimlerinden Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu, Orhan Eskiköy, Pelin Esmer, Reis Çelik, İsmail Güneş, İnan Temelkuran ve diğerleri de Altın Koza’yı tercih etmişler. Bu yılki Türk sinemasında bir festivalin sahip olmayı arzuladığı tüm filmlerin -belki birkaçı eksik olabilir- Altın Koza’yı tercih etmeleri bir rastlantı mı, yoksa saygınlığın kaçınılmaz yaptığı gerekli bir yöneliş mi? Sanırım biraz bunun üzerinde durmak gerek.

İki üç yazıdır böylesine bir durumla karşılaşma olasılığının çok büyük olduğunu görerek Altın Koza ile Altın Portakal’ın eksi ve artılarını yazmıştım. Her iki yazımda da bir festivalin önemi; eskiliğinden, dağıttığı paraların cazibesinden değil de, saygınlığından gelir demiş ve bu yılki Türk sinemasının çizgi üstü yapıtlarının Altın Koza’yı tercih edeceklerinden söz etmiştim. Onun için bu durum beni hiç yanıltmadı.

Bu yılki Türk filmlerinin en iyilerinin bir festivalde toplanması ya da bu filmlerin yönetmen-yapımcılarının Altın Portakal yerine Altın Koza’yı tercih etmeleri elbette ki nedensiz, gelişigüzel alınmış bir karar değildir. Bu tercihlerini yaparken çoğu yönetmen, sanıyorum popülist yaklaşımları bir çeşit protesto ederek, günlerdir her alanda tartışması yapılan “Ondan ya da şundan jüri başkanı olur mu?” sorusuna da güzel bir yanıt vermişler.

Bir festivalimiz, ne denli popülist yaklaşımlar içine girip giderek magazinleşiyorsa, bir diğeri de emin adımlarla saygınlığa yelken açıyor. Ama birileri bunu görmemekte ısrar ediyor. Yalnızca basında yankılanan bir tartışma yaratıp, adımızdan söz ettirelim; sinema, kültür, sanat ne olursa olsun demeye getiriyor. Tüm açıklarını ya magazinsel olaylara bel bağlayarak ya da açılış-kapanış gecelerinin sahnesinde attıkları hamasi nutuklarla giderebilecekleri yanılgısının tuzaklarına düşüyorlar. Doğrudur, basında adlarından söz ettiriyorlar ama, bir yandan da, bu yıl festivale girecek tüm filmleri ıskalıyorlar. Hem garip, hem de acınası bir komiklik...

Ama kendi düşen ağlamaz, derler. Siz daha baştan tüzüğünüzü değiştirip “Bir başka festivale katılan filmler bizim festivalimize katılamaz” maddesini ekleyip, festivaller alanında bir tekel kurmak isterseniz, sonucu da bu olur. Sonrasında bir festivalin B tipi filmlerle, gelişigüzel seçilen jürilerle, şovlarla, yalnızca saygınlığını değil, her şeyini de yitirmesine neden olursunuz. Ya da bir başka festivalden dökülenleri toplarsınız. İki yıl önce böyleydi, geçen yıl öyle oldu, bu yıl ise durum ortada.

Bazen sanatın içine tükürmek böyle de oluyor. Ne yazık ki sosyal demokratlığın ardına gizlenerek “Aaa.. siz de mi öbür tarafa geçtiniz?” gibisinden laflar artık çok demode oldu. Birilerinin başarısızlığını göstermek için, öbür tarafta olmaya hiç gerek yok. Mal meydanda, filmler ve tercihler ortada...Türk sinemasının ustaları popülist tavra bir ders verdi. Onlar da mı acaba, o işaret ettiğiniz tarafta?