İkisi de Cumhurbaşkanı olamaz, olmamalı (3)

18.4.2014 Cuma günkü yazımda, Abdullah Gül’den verdiğim iki örneğin birincisi 19 yaşından, ikincisi ise 1995 yılında Refah Partisi milletvekili ve TBMM Dışişleri Komisyon üyesi olduğu günlerden hatıra.

Bugünkü örneğimiz, 22.5.2013 tarihli Anadolu Haber Günlüğü sitesinde bulabileceğiniz, Çankaya’dan gönderilmiş bir kutlama metni. Okuyalım:

***

[Himayemde düzenlenen “Vefatının 30. yılında Necip Fazıl Kısakürek’i Anma Etkinlikleri”ne programım müsaade etmediği için katılamıyorum. Birkaç cümle ile sizlere selam vermek ve Üstad’ı anmak isterim.

Necip Fazıl, hem benim hem de neşet ettiğim siyasi hareketin kollektif muhayyilesini şekillendiren en önemli düşünce adamlarından birisidir. Başta rahmetli Erbakan Hoca olmak üzere, muhafazakar düşüncenin siyasal söylemini inşa eden kadrolar, Üstad’ın perspektifine çok şey borçludur.

Üstad, sadece bir düşünce adamı değildi; aynı zamanda bir siyaset adamı, eylem adamıydı. Coşkulu bir hatip, naif bir âşıktı. Onda aşk düşünceden, düşünce, aksiyondan, aksiyon da imandan bağımsız değildi. İşte bu yüzden bu kadar geniş bir alanda etkisi oldu.

Kısakürek, kendi yerli değerlerimizin modernite ile problematik yüzleşmesini çözümlemeye çalışan ilk mütefekkirlerimizdendir. Bugün kendi değerlerimizin modernite ile, demokrasi ile olan yüzleşme sürecinden yerli, orijinal ve başarılı sonuçların doğması, Üstad’ın da aralarında bulunduğu o dönemin muhafazakar aydınlarının sayesindedir.

Necip Fazıl, bir zamanlar devlet eliyle empoze edilen jakoben bir modernleşmenin toplumumuzda daha önce eşi görülmemiş bir yabancılaşmaya ve beraberinde büyük sosyal yıkımlara yol açtığı bir dönemde, insanlara inancımızı, değerlerimizi ve tarihimizi hatırlatmak, anlatmak gibi cesur ve ulvi bir misyon üstlenmiştir.

Üstad bu misyonu icra ederken estetik boyuttan hiçbir zaman uzaklaşmamış, siyasal söylemini derinlikli bir sanat ve edebiyat ile bir araya getirebilmiştir.

Üstad’ı son yıllarda daha önce olduğundan daha zengin, daha çoğul çalışmalarla hatırlamaya, anmaya başladık. Tek tip, tek boyutlu övgülerin yerini çok boyutlu değerlendirmeler,analizler aldı. Üstad’ın bize bıraktıklarından daha farklı alanlarda faydalanmamızı sağlayacak bu yeni yönelim, aynı zamanda onun düşüncesinin yeni nesillere aktarılmasını da sağlayacaktır.

Bu etkinliklerin de bu yolda önemli bir vazife icra edeceğine can-ı gönülden inanıyor; organize eden, hazırlanmasında emeği geçen tüm arkadaşları ve desteklerini esirgemeyen Konya’daki tüm kurumlarımızı tebrik ediyor, herkese selam ve sevgilerimi iletiyorum.

Abdullah Gül

Cumhurbaşkanı]

***

Geçmişten gelen aleyhte bu kadar kanıt yeter. Şimdi, Cumhurbaşkanı Hazretlerinin 2007 yılında göreve başlarken içtiği andı okuyalım ve bir de denek taşında deneyelim:

Cumhurbaşkanlığı Andı:

Anayasanın 103. maddesine göre cumhurbaşkanı, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde aşağıdaki şekilde andiçer:

“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve Milletin bölünmez bütünlüğünü, Milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, Milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”

***

Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı sıfatıyla, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini tam anlamıyla koruduğu söylenebilir mi?

PKK’nın, Başbakan ve AKP’nin toprak, inanç ve etnik köken bağlamında yaptıkları acımasız saldırılara karşı görevini tam anlamıyla yerine getirdiği söylenebilir mi?

Cumhurbaşkanı Gül, “Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, Milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma....ant içerim” demiş.

Peki andını yerine getirmiş mi?

Cumhurbaşkanı Gül göreve geldiği 28.8.2007 tarihinden 20.2.2014 tarihine kadar 836 yasayı onaylamış. Sadece 4’ünü veto etmiş.

Oysa, Cemal Gürsel: 2 yasa, Fahri Korutürk: 13 yasa, Süleyman Demirel: 14 yasa, Cevdet Sunay: 18 yasa, Turgut Özal: 18 yasa, Kenan Evren: 26 yasa, Ahmet Necdet Sezer: 34 yasa veto etmişler.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin gelmiş geçmiş en hukuk ve yasa tanımaz TBMM ve hükümetinin çıkardığı yasaların sadece 4 tanesini veto etmiş.

***

AKP tarikatı ile R.T. Erdoğan hükümet dönemini eleştirenler, anayasayı ilga denemelerinin, hukuk ve yasa tanımazlığın yıl olarak tarihini verirler. Erdoğan’ın otoriterleşmeye, otoktratik ve despotik yönelimler göstermeye 2007 yılından itibaren başladığını söylerler ama işin bam telini görmezler.

28.8.2007 günü, 34 yasa veto etmiş olan Ahmet Necdet Sezer görevden ayrılmış ve önüne gelen 836 yasanın sadece dördünü veto etmiş olan Abdullah Gül göreve başlamıştır.

Bu olgu, Cumhurbaşkanı’ nın veto yetkisinin ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Acaba Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanlığı görevine devam etseydi önüne gelen 836 yasanın en azından bir 34’ünü daha veto etmez miydi? Kesinlikle ederdi. Zaten onun Cumhurbaşkanlığı makamında bulunması, AKP grubunun ve hükümetinin cesaretini kırar, onlara Anayasayı, Cumhuriyet ilke ve devrimlerini hatırlatırdı.

A.N. Sezer, 4+4+4 yasası ile İmam-Hatip okullarının laik okulları boğmasına izin veren yasaları kesinlikte onaylamaz, veto ederdi.

A.N. Sezer, Cumhurbaşkanlığı makamında bulunsaydı 30 Mart yerel seçimleri kesinlikle bu denli hileli ve şaibeli olmazdı.

AKP tarikatı hükümeti ile Başbakan Erdoğan’ın hukuk, demokrasi ve insan hakları sınırları dışına çıkmasının en büyük sorumlusu Abdullah Gül’dür.

(Devam edecek)