İlla edep, illa edep...

Sayın Aydınlık Gazetesi okurları ve sayın futbolsever kardeşlerim... Hani bir türlü çözülemeyen konular ya da anlaşmazlıklar için "Bu kavganın sonu karakolda biter." derler ya... Son günlerde (esasında Türk futboluna örnek olması gereken) Galatasaray ve Fenerbahçe kulüpleri arasındaki gerilim de aynı bu şekilde. Her iki kulüp başkanının birbirine ve hatta Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) ile Merkez Hakem Kuruluna (MHK) karşı tartışma ortamını körüklemelerine anlam vermek çok zor. Karşılıklı atışmaların ne kadar biçimsiz ve ayıp olduğunu hesaba katmadan dile getirilen sözler ve tekerlemeler futbol kamuoyunda tansiyonu yükseltiyor, taraftarı geriyor.

Yunus Emre'nin hepimizin bildiği o dizelerini hatırlatmak gerek: "Girdim ilim meclisine, eyledim talep, dediler ilim geride, illa edep illa edep..."

ESKİLERDEN ÇOK ÖNEMLİ BİR FUTBOL MAÇI...

Fenerbahçe Kulübü kuruluşunda sarı-beyaz olan renklerini 1909 sonbaharında sarı-laciverte çevirir. "Sarı-lacivertliler" 1923 yılında önemli bir başarı kazanır. İngiliz işgal kuvvetlerinin komutanı General Harington, İstanbul'dan ayrılırken kendi adına bir turnuva düzenler ve turnuvanın galibine adını taşıyan büyük bir kupanın verileceğini ilan eder. Türk kulüplerinin de dilediği gibi takviye alabileceğini belirtir. Fenerbahçe Kulübü, General'in ilanını kendi kadrosu ile şartsız kabul eder. 29 Haziran 1923'te Taksim Stadı'nda oynanan maçta Fenerbahçe, Harington'un oluşturduğu karma İngiliz takımını, o dönemin değerli futbolcularından Zeki Rıza Sporel'in attığı gollerle 2-1 mağlup eder.

O günlerde Beşiktaş ve Galatasaray takımları da Fenerbahçe'ye desteğe hazır olduğunu belirtmiştir. O dönemle bu günleri karşılaştırdığımızda ise şimdi yönetici, spor basını ve taraftarların sınıfta kaldığını söyleyebiliriz sayın okurlarım.

VATAN İÇİN ŞEHİT DÜŞENLER

Unutmayalım, o tarihlerde ülkemizin bağımsızlığı uğruna şehit düşen sporcularımız da olmuştu. Çanakkale Savaşı'nda Fenerbahçeli Arif Emirzade, Galatasaray futbolcusu Hasnun Galip... Balkan Savaşı ve Çanakkale Savaşı'nda şehit olan Beşiktaşlı gençler... Nur içinde yatsınlar.

Böyle şanlı tarihe sahip kulüplerimizin, tepkilerini ortaya koyarken çok dikkatli olmaları gerekir diye düşünüyorum. Yöneticilerin bunu tam olarak anlamaları için de her üç kulübün müzelerini gezmeleri yeterli olur kanısındayım.

MÜZE DEYİNCE AKLIMA GELEN...

1985'te rahmetli Jupp Derwall ile Galatasaray Futbol Takımı'nı çalıştırmak amacıyla İstanbul'a geldiğimizde, tüm yönetim olmasa da o zamanın futbol sorumlusu Alp Yalman'ın beni lüzumsuz bulduğunu, bana karşı tavrından anlıyordum. Ama imzalar atıldığı sırada Derwall'in "Yaşar gelirse imzalıyorum." şartına boyun eğmek zorunda kalmışlardı.

Birkaç hafta belli bir mesafe ile geçen günlerimiz, rahmetli başkan Ali Uras Bey'in yöneticileri yanına çağırarak, "Siz kulüp müzemizdeki tablo ve açıklamalara bakıyor musunuz? Yaşar Arslan'a karşı tavrınız hiç hoş değil. Onun babası Balkan Şampiyonu Güreşçi Yusuf Arslan, Galatasaray'ın güreş branşını kuran kişidir." demesinden sonra değişti. Ertesi gün Alp Yalman ve o zamanın ikinci başkanı Faruk Süren'in benimle yaptıkları konuşma ve özür faslından sonra birbirimizi saymaya ve sevmeye başlamıştık.

Bir gün Derwall bana "Yaşar bugünkü çalışmayı sen yaptır, benim birkaç evrak işim var, ayrıca saha için Almanya ile görüşeceğim." dedikten sonra, çok sevdiğim ve beni de çok seven kaptanımız Fatih Terim ile sahaya çıkmıştık. Çok keyifli ve neşeli bir çalışmanın ardından merdivenlerden duşa çıkarken Derwall beni karşılayarak, "Mükemmel bir antrenman yaptırdın, seni tebrik ederim Yaşar." demişti. "Nereden biliyorsun?" diye sorduğumda ise "Biz, tüm yönetim ve ben, seni yukarıdan perdenin arkasından izledik." diye yanıtlamıştı. Çünkü benim antrenör olduğumu biliyordu. Fakat nasıl bir antrenör olduğumu pek bilmiyordu.

Belki ilerleyen süreçte şayet isterseniz, nur içinde yatsın, toprağı bol olsun, Derwall ile nasıl tanıştık, onu da sizlerle paylaşma şansım olur.

Kalın sağlıcakla...