İmkansız üçleme; Ümmet-Faiz-Akraba

Yazımızın başlığındaki üç kelime ilk bakışta birbiri ile alakasız görünebilir.

Ama her üç kelimenin, T. Erdoğan tarafından yapılan açıklama ve uygulanan politikaların ana unsurları olduğunu dikkate alırsak, o zaman anlamlandırmak mümkün olabilir.

T. Erdoğan, yıllardan beri bilinen, kanıtlanmış ve bilimsel bir gerçek olan, faiz sonuçtur, enflasyon vb. ise, sebeptir gerçeği ile taban tabana zıt bir söylem geliştirdi. Defalarca “faizin sebep olduğuna” dair iddialı ve ısrarlı konuşmalar yaptı. Bu akla ve bilime aykırı, dogmatik fikri hayata geçirmek için sözünü dinlemeyen, Merkez Bankası Başkanı'nı “bir gecede” görevden alıverdi.

Emir-komuta ile faizlerin düşürülmesini kamusal sermayeli bankaların öncülüğünde başlattı. Enflasyon fiilen yüzde 15’lerdeyken Merkez Bankası politika faizini yüzde 8’lere düşürttü. Yani dediğini, bizim bütün uyarı ve itirazlarımıza rağmen gerçekleştirdi. Gerçekleştirdi de ne oldu peki? Negatif reel faiz nedeniyle, insanlar TL tasarruftan kaçınarak, dövize, gayrimenkule, altına, borsaya ve diğer alternatif yatırım araçlarına adeta hücum ettiler.

Dolarizasyon patladı. Döviz mevduat hesapları tarihi bir yükseliş yaşadı. Yurt dışından gelen kısa vadeli sermaye hareketleri tersine döndü. Milyarlarca dolarlık fon, Devlet iç borçlanma tahvillerinden ve borsadan çıkarak, tekrar yurtdışına gitti.

Önde gelen kredi derecelendirme kuruluşları, Türk ekonomisini “yatırım yapılamaz” seviyeye düşürdüler.

Bilim ve akıl yerine, dogmatik, ideolojik söylemlerle ekonomiyi dibe vurduran, enflasyonu-işsizliği-çift hanelere çıkaran, çelişkili ve yanlış politikalar nedeniyle Türkiye dünyada gelişmiş ve gelişmekte olan ilk 50 ülke arasında, Arjantin ve Venezuella ile birlikte en riskli ülke konumuna sürüklendi maalesef.

Dünyada, milyarlarca dolarlık “sıfır hatta eksi faizli” finansman olanağı olduğu halde, Türkiye yüzde 6-7 döviz üzerinden faiz vermeye mecbur bırakıldı.

Türk Lirası, milyarlarca dolarlık rezervin harcanmasına rağmen dolar ve euro karşısında tarihi en düşük seviyesine düştü ve yüzde 30’un üzerinde değer yitirdi. Bugün dolar 8 TL’ye, avro ise 10 TL’ye doğru gidiyor ne yazık ki.

Hala yaptıkları vahim hatadan dönmeyi akıl edemeyen ekonomi yönetimi, küçük-küçük ama yetersiz faiz arttırımlarını, mahçup ve dolaylı bir biçimde yaparak işlerin düzelebileceğini sanıyor. Ama kolay değil, artık şok faiz arttırımı dışında pek bir çare görünmüyor.

***

İkinci konumuz, meşhur “ümmet” meselesi. Erdoğan’ın dilinden düşürmediği ümmet fikri yani din kardeşliği gerçek hayatta tam bir hayal kırıklığı oldu.

Türkiye Müslüman ülkelerin birçoğu ile bugün ters düştü. Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Fas, Suriye ve Irak’la adeta düşman kardeşler haline geldi.

Bu durumun jeopolitik ve stratejik başkaca sebepleri olsa bile, esas sebebi, T. Erdoğan’ın Rabia işareti yaparak, alenen İhvancılara verdiği destek ve gösterdiği yakınlık oldu kuşkusuz ki.

Sonuç olarak, T. Erdoğan’ın laik-demokratik bir hukuk devletinde olmaması gereken, İhvancılık sevdası, hem batı dünyasından, hem de bizzat “ümmetin” kendisinden sert ve ciddi tepki gördü, görmeye devam ediyor.

Halbuki açıktır ki, siyasal İslamcılık, insanlığın da İslamın da başının belasıdır.

Bu kafayla olsa olsa ümmetin birliği değil, bölünüp birbirine düşman olması gerçekleşebilirdi. Nitekim öyle de oldu maalesef.

Üzücüdür ki, bugün Mısır-Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri-Fas gibi ülkeler Türkiye’ye ticaret ve turizmde fiili bir ambargo ve boykot uygulamaya başladılar.

Halbuki, bu ülkelere yıllık ihracatımızın toplamı 15 milyar dolara yakındı.

Ümmetin mensupları, ABD’nin uydusu haline gelerek Filistin’de, Türkiye ile zıt politikalara teşne olmakta da bir sakınca görmediler, görmüyorlar.

Din esaslı bir dünya birliğinin bugün gerçekleşmesinin mümkün olmadığını T. Erdoğan da yine bizzat yaşayarak ve deneyerek gördü. Ama maliyeti ülkemize büyük oldu.

***

Son olarak, bugün bürokrasiyi partizanlaştıran, ehliyet ve liyakattan uzak, eş-dost-akraba kayırmacılığının yani “nepotizmin” arşa çıkmasının neden olduğu olumsuzluklar, kayırma, torpil ve yolsuzluk iddiaları giderek arttı, artıyor.

Fakat o da ne? Geçen gün yapılan AKP Merkez Yürütme Kurulu toplantısında, T. Erdoğan’ın “... Milletvekili ve İl Başkanlarının akrabalarını partinin yönetimine koymaya dikkat edin. Aşiretleşmeyelim...” şeklinde bir konuşma yaptığını öğrendik (Bknz. 14 Ekim 2020 Hürriyet).

Eğer bu konuşma doğruysa, son derecede isabetli ve doğru bir uyarı. Gerçekten de, demokrasilerde kayırmacılık, torpil vb. yozlaştıran unsurlardır.

Ancak, parti yöneticilerine bu uyarıyı yapan T. Erdoğan’ın, iş devlet yönetimi ve bürokrasiye geldiğinde de aynı hassasiyeti göstermesi beklenir.

Örneğin, damadını ekonominin başına getirmesi demokratik siyasi etik bakımından sorunludur. Kaldı ki, ekonominin slampflasyona yani hem küçülme hem yüksek enflasyona sürüklenmesinin sorumlusu olarak iç ve dış ekonomik çevrelerde ciddi bir biçimde kredibilite kaybı yaşayan ekonomi yönetiminin başında hala damadının oturuyor olması başlı başına bir çelişkidir.

Parti yönetiminde de, devlet yönetiminde de, eş-dost-akraba kayırmacılığı yapılmamalıdır. İş, ehliyet ve liyakata göre verilmelidir.

T. Erdoğan bu konuda ilk adımı kendisi atarak, hem ekonomiyi, hem demokratik etiği gözettiğini göstermelidir. Doğru yöntem de budur, aklın ve vicdanın gereği de budur bizce.

***

Sonuç olarak, imkansız üçleme, yani; faiz inadı, ümmet hayali ve akraba kayırmacılığının yanlışlığı-zararları ve sürdürülebilir olamayacağı artık açıkça ve inkar edilemez bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Artık, hatadan dönmek fazilettir...