İnanca güzelleme...

“Demokrasi, eski Yunan’dan gelen anlamıyla ‘halkın gücü’ demektir.  

Egemenliğin halk iradesinden kaynaklandığı rejimin adı olarak da kabul edilmektedir.  

Küçük kent devletlerinin meydanlarında bir araya gelen kent halkının topluca meseleleri görüşerek karara bağladığı rejime demokrasi adı verilmiştir.  

İlk çağlarda nüfus az olduğu için kent devletlerinde doğrudan demokrasi görülmüş ama daha sonraları nüfusun artışı ile beraber ülke devletlerine geçilince, devlet merkezlerinde halk temsilcilerinden oluşan meclislerde ‘temsili demokrasi’ rejimleri gündeme gelmiştir. Halkın bütünü bir araya gelerek karar alamayacağı için temsili demokrasiye geçilmiş ama temsilcileri seçme hamı gene halkın elinde tutulmuştur.  

Toplumu oluşturan bireyler devlet çatısı altında sınırlı bir yaşama razı olurken, onların iradelerinden oluşan bir bütün olarak ‘halk egemenliği’ devletin asıl gücünü oluşturmuştur. 

Ne var ki bugün dünya ülkelerinde yaşanan gelişmelere bakılırsa, insanlık tarihi ile beraber Batı tipi demokrasilerin gelişim sürecine tamamen ters düşen son derece aykırı olayların ortaya çıktığı görülmektedir.  

Örneğin küreselci güçlerin sürekli olarak demokrasi sözünü ağızlarından düşürmemesine rağmen, ‘halksız bir demokrasi’ye doğru pupa yelken bir gidişin olduğu açıkça görülmektedir. 

Göstermelik seçimler yoluyla, belli aralıklarla halk kitlelerinin oyları alınsa da halk iradesinin hiçbir biçimde etkili olmadığı bir yapıya doğru kayılmakta ve halk kitleleri devre dışı bırakılmaktadır. 

Halk görünüşte oy veriyor gibi olsa da bütün kararlar halkın dışında kalan egemen güçler tarafından alınarak siyasi kadrolara empoze edilmektedir... Gittikçe halksızlaşan demokrasilerde egemenlik kitlelerden daha çok bazı güç merkezlerinin ve gizli siyasal oluşumların inisiyatiflerinde kullanılmaktadır. Böyle bir rejimde alınan kararlar ve belirlenen yönetimlerde halk kitleleri sürekli devre dışı bırakıldığı için iktidar gücü artık halkın elinden çıkmış ve ‘paranın diktatörlüğü” dönemi başlamıştır.  

Kim daha fazla paraya sahipse onun dediği olmakta, kapitalist sistemdeki hızlı gelişmeler de beraberinde uluslararası alanda büyük tekelleşme olgularını ortaya çıkarmaktadır.  

Tekelci sermaye bütün dünyayı kontrol etmek istemekte ve bu doğrultuda aldığı kararları uluslararası kuruluşlar aracılığıyla dünya devletlerine zorla dikte ettirmektedir. Dünya Bankası, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü gibi yaygın kuruluşlar küresel sermayenin dünya imparatorluğu amacı doğrultusunda çalışmaktadır. Dünya Ekonomik Forumu, Bilderberg Kulübü, Dış İlişkiler Komisyonu, Üçlü Komisyon adını taşıyan uluslararası kuruluşlar ise küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda bir dünya devleti oluşturabilmek hedefiyle görev yapmaktadır. 

Kısacası, devletlerin, halkların ortak çıkarları ve güvenliği yerine şirketlerin, patronların ve sermayenin güvenliğine öncelik veren bir düzene geçilmiştir.  

Bu noktada da halkın yerini patronlar, devletlerin yerini şirketler, hukukun yerini de sermayenin ekonomik düzeni almıştır.  

Bir anlamda; sermayenin egemenliği düzenine geçilmiştir.  

İşte; Türkiye’de pek bilinmese de bu sistemin adı ‘Kapitokrasi”dir!  

İş çevreleri bu kavramı halkın öğrenmesini istememekte; halk ise demokrasiyle yönetildiğini sanıp mutlu olmaktadır. 

Yani idealist politikada ve görünüşte demokrasi kavramı yürürlüktedir ama... 

Gerçekte, yani reel politikada geçerli olan ‘Kapitokrasi’dir.” 

*** 

Değerli hukukçu ve araştırmacı Anıl Çeçen’in bu kitabını okuduğum günlerde, bir yandan da işim gereği Türkiye’deki koalisyon görüşmelerini izlemeye çalışıyordum. 

Sivil toplum örgütlerinin çoğu daha nasıl bir pozisyon alacaklarını bile belirleyememişken, TÜSİAD’ın, MÜSİAD’ın, TOBB’un “AKP-CHP Koalisyonu” için ortak lobi faaliyetlerine başlamasının ve “Aman erken seçim olmasın” diye yaygara koparmasının nedenini çok daha iyi anladım: 

Çünkü Türkiye’deki sistem de demokrasi değil; ‘Kapitokrasi’ydi ve para babaları yine arı gibi çalışıyordu! 

*** 

Anıl Çeçen’in kitabı yaşadığımız dünyayı çok daha iyi anlamamızı sağlıyor ve kapitalistlerin kendi diktatörlüklerini kurmak için nasıl örgütlü ve titiz çalıştıklarını ortaya koyuyor... 

Kitabın bilimsel gücünü ve etkisini tartışmayı aklıma bile getirmem... 

Ancak yayınevi sahiplerinden bininci kez rica ediyorum: 

Ne olur; üç kuruş az kazanın ama iyi bir editörün okumadığı hiçbir kitabı basmayın! 

“Değerlendirmeğe, oluşturulmağa, düşünmeğe” denilmez sevgili yayıncı... 

“Değerlendirmeye, oluşturulmaya, düşünmeye” denir. 

Yazar bunu gözden kaçırmış olabilir ama bu çapakları temizlemek iyi bir redaktörün ya da editörün görevidir. 

*** 

Ufuk açan, olayları çözmeye yarayan bu eseri için Sevgili Anıl Çeçen’e bir okuru olarak teşekkür ediyorum. 

KAPİTOKRASİ 

Türü: Araştırma, inceleme 

Yazan: Anıl Çeçen  

Yayınevi: Tarihçi Kitabevi 

Baskı tarihi: 2015, Mayıs 

Sayfa sayısı: 360 

Fiyatı: 25 lira 

Not: Yazarla tanışmıyoruz. 

*** 

DÖNEME TANIKLIK EDEN ÇİZGİLER! 

Karikatürün benim hayatımda ayrı bir yeri var...  

Bu büyüye 10 yaşında Gırgır okuyucusu olarak kapıldım; yaş 54 büyü aynı gücüyle sürüyor. 

Bu yüzden yaptığım televizyon programında bile, beğendiğim karikatürleri yayınlıyorum.  

Ayrıca Türkiye’nin en iyi karikatüristlerinden Bülent Çelik, programa özel karikatürler çiziyor. 

Neden mi bu kadar seviyorum siyasi karikatürü? 

Çünkü benim bir yazar olarak bazen iki sayfa yazıyla anlatamadığımı onlar iki çizgiyle anlatıveriyor. 

Allah vergisi bu yeteneğe sahip ustalardan biri de Sözcü çizeri Ergin Asyalı... 

Kırk yıla yaklaşan meslek hayatı boyunca çizdiği karikatürlerden seçtiklerini, Sözcü yazarlarının yazdığı “kitaba özel” yazılarla bir “seçki” olarak yayınladı.  

Okurken hem gülecek, hem de hüzünleneceksiniz! 

BEN DE ÇİZDİM 

Türü: Mizah 

Çizen: Ergin Asyalı 

Yayınevi: Nergiz Yayınları 

Baskı tarihi: 2015, Mayıs 

Sayfa sayısı: 351 

Fiyatı: 24 lira 

Not: Eser sahibiyle tanışmıyoruz.