İnandıramazsın Tayyip Bey -(TAMAMI)

Son derece yorgunum! Dünyayla uğraşmaktan, iktidar ve namert maskesi indirmekten. Birini indiriyorsun altında bir başka maske. Böyle gidiyor...

Hürriyet Gazetesi’ndeki yazılarımı 8-10 saatlik çalışmayla yazardım. Tabii bunun ön çalışması da vardı: 50-60 saatlik yeni okuma.

Aydınlık Gazetesi’nde, okuma ve yazma süresi 3-4 katına çıktı.

Ama aslında budalalar, siyaset ve medya dünyasının zifirî cehaleti yordu beni.

Bir Başbakan kalkıp “asabiyet” sözcüğünü kullanıyor, ne anlama geldiğinden haberi yok. Gazeteci tayfası, “ulus” ile “milliyet” ayrımını hiç duymamış. Ne Renan’cı ne de Marxist anlam ve içeriğini biliyorlar. O zaman öğretmenlik yapmak gerekiyor.

Bir adam din vesayetini tuğla tuğla kuruyor. Bunun sivil vesayet olduğunu sananlar var. Askeri vesayete karşılar ama 1000 yıllık, köleleştiren din vesayetini, ileri demokrasi diye, avuçları patlarcasına alkışlıyorlar.

Bir okur, “Kusura Bakmayın” adlı yazınızı okudum. Seçmen bilinci başlığında her cümleye bir öğretmen adayı diye başlamışsınız. Benim şahsi fikrim bunun bir öğretmen adayı değil de; bilinçli her vatandaş yapmalı. Bence siz de sonuna böyle ekliyebilirdiniz” diye mesaj göndermiş. Oysa yazım, “Hey! Siz, ötekiler! Sözüm sadece öğretmen adayına değil!” diye bitiyor. Yorgunum!

Cüneyt Ülsever’in yazısı

Hürriyet Gazetesi’nden arkadaşım değerli edebiyat ve gazete yazarı Cüneyt Ülsever, Yurt Gazetesi’nin 29 Ocak sayısında “Basın özgürlüğünü iplemeyen Ahmet Davutoğlu” başlıklı bir yazı yayınladı. Cüneyt Ülsever, liberal bir insan, liberal bir gazete yazarı. Liberallerin de dürüst, yurtsever, eşitlikçi, halkçı olabileceğini kanıtlayan bir insan. (Elbette olabilirler. Ama piyasada öylesine rezil ve kepazelerini görüyoruz ki!...) Özal’ın prenslerinden olduğu söylenirdi. 2000’li yılların başında AKP’yi ve başbakanı destekliyordu. Çünkü onların Avrupa Birliği’ne girmek ve demokratikleşmek gibi ciddi niyetleri olduğuna inanıyordu. Ama AKP’nin varoşlarda “Müslüman Kardeşler” vâri örgütlendiğini, amacının demokratikleşmek değil, toplumu İslamileştirmek, dinin vesayetini yeniden kurmak olduğunu görünce, liberalizmle vahşi kapitalizmi karıştırdıklarını anlayınca onlardan uzaklaştı.

2000’lerin başlarında Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün en umut bağladığı yazardı. “Harvard’dan doktorası var!” diyordu. Ben de kızıp, “Senin de Sorbonne’dan doktoran var!” diye çıkışıyordum.

Ocak 2000’de Hürriyet’te yazmaya başladığım zaman, benim için “Hoş geldin yazısı” yazan tek yazardı.

Cüneyt Ülsever şöyle yazıyor: “Hürriyet’in iş akdimi sona erdirdiği’ dönemde Başbakanlık’ın Hürriyet’in Ankara Temsilcisi Metehan Demir üzerinden ben, Özdemir İnce ve Tufan Türenç haklarında ‘temennilerini’ gazete yönetimine aktardığını duyuyordum. Bana o minvalde epey bilgi geliyordu.”

Al eline kalemi

Benim hiçbir zaman geniş çevrem olmadı. TRT Televizyonu’nun en güçlü ikinci, üçüncü adamı olduğum dönemde bile, personel kapısından girdiğim için, ana kapıdakiler tanımazdı beni. Herhangi bir bakanla, milletvekiliyle ilişkim yoktu, görüşmezdim. Hürriyet’te 2000 yılında yazmaya başladım ama Aydın Doğan’la ya 2010 ya da 2011 yılında tanıştım. Tanışmamız gerekmiyordu zaten. Kendisiyle benimle ilgili hiçbir şey konuşmadık. Ama Vuslat Doğan Sabancı, Ertuğrul Özkök ve Enis Berberoğlu, yazılarımın hükümeti rahatsız ettiğini zaman zaman söylediler. 2010 ve 2011’de iki kez toplantı yapıldı. AKP ve hükümetin özellikle İmam-hatiplerle ilgili yazılarımdan şikayetçi olduğu söylendi. İmam-hatipler, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve genel olarak laiklik konularında yazdığım yazıların önemini AKP gayet iyi anlıyordu, anlıyor. Çünkü onların “Din Vesayeti”ni restore etmek projelerini deşifre eden yazılardı. Demokrasiyi geliştirmek için değil askeri vesayetin yerine din vesayetini tekrar getirmek için savaştıklarını işaret ediyordum. Belgelerle.

Yazılarım bilimsel, nesnel ve teorik olduğu için suç unsuru bulamazlardı. Hürriyet Gazetesi’nde yazdığım süre içinde yazılarımdan dolayı hiç mahkûm olmadım. Tazminat ödenmedi. Bunu Vuslat Doğan Sabancı’ya söylediğim zaman, “İnanamıyorum!” demişti, son görüşmemizde. Yazılarım haftada 5 yazıdan 1 yazıya indirildiği zaman, bana telefon edip çok üzüldüğünü söylemişti. Yazılarımı beğenen sadık bir okurumdu. Hürriyet Gazetesi’nin en çok okunan ikinci yazarı idim.

Attırıldığım zaman, Hürriyet Gazetesi’ni eleştiren, suçlayan tek cümle söylemedim, tek satır yazmadım. Beni gazeteden AKP Hükümeti attırdı.

Nasıl ve neden attırabildi? Bu ayrı bir konu. Yazdığım dönemde gazetenin politikasını beğenip beğenmediğim de bu yazının konusu değil.

Yaz başına geleni

Demokrat Parti 1950 yılında iktidara geldiğinde orta ikinci sınıfta öğrenci idim. Yüksek öğrenim diplomamı 1960 yılında aldım. 1954 yılında yazmaya ve yayınlamaya başladığım için edebiyat ve siyasetin içindeydim. Demokrat Parti, kağıt ve öteki tahsislerle, resmi ilanlarla basını baskı altında tutardı. O dönemde epeyce gazeteci hapse girdi. Ama bugünkü sayıların yanında devede kulak kalır. Demokrat Parti iktidarı, AKP döneminden daha insaflı ve insanca idi.

12 Mart’ta gözaltına alındım, yurt dışına çıkmam yasaklandı. Doğu Almanya’da TRT’yi temsil etmem gerektiğinde bu yasak bir defalığına kaldırıldı.

12 Eylül’de TRT televizyonunda kızağa çekildim. 1982 yılında emeklilikle ilgili özel bir yasa çıkartılınca emekli edildim. 44 yaşımdaydım. TRT televizyonunu kuran kadronun planlamacısıydım ama özel televizyonlar kurulurken hiçbirinden iş teklifi almadım.

Yaşım 77! Ve bugünkü kadar rezil bir dönem yaşamadım.