İngilizler Çanakkale’de neden yenildi
Birinci Dünya Savaşı’nın önemli cephelerinden olan Çanakkale’de Türk ordusu destan yazarken, dünyanın en büyük emperyalist gücü İngiltere ve müttefiki Fransa ise ağır bir yenilgi alarak bölgeden 1916 başında çekilmek, -Enver Paşa ve Mustafa Kemal’in deyimiyle “kaçmak”- zorunda kaldılar! Peki, bu büyük güç neden yenildi? Kuşkusuz bunun çok sebebi var, ancak hemen sayabileceğimiz üç önemli neden, çok şeyi anlatıyor: Birincisi, Türk ordusunun küçümsenmesi, ikincisi arazi üstünlüğünün Türklerde olması, üçüncüsü ise savaşın çok kötü sevk ve idare edilmesi.
İtilaf Kuvvetlerinin karşısında vatan mücadelesi yapan Türk ordusu, çok iyi sevk ve idare edildi, Mehmetçik canla başla savaştı, moral üstünlüğü elindeydi, keskin nişancılar düşmana nefes aldırmadı, makinalı tüfek ateşleri çok etkili oldu, hakim tepeler bizim elimizdeydi, en önemlisi de Mehmetçik ne yaptığını iyi biliyordu. Her türlü fedekârlığa katlandı. Büyük zaferi bileğinin hakkıyla kazandı.
Savaşın ilk aşamasında İngilizler, 18 Mart 1915 günü denizde aldıkları ağır yenilgiyle şok olurken, 25 Nisan’da yaptıkları kara harekâtı ile de iyi bir tokat yediler ve 9 Ocak 1916 sabahı bölgeden tamamen kaçarak bu başarısız harekâtın bedelini ağır şekilde ödediler. Çanakkale Savaşı çok şeyi değiştirdi. En önemlisi de İngiltere ve Fransa’nın müttefiki Rusya’yı çökertti. “Güneş batmaz İmparatorluk” İngilizlere’nin itibarını sarstı... Büyük güçlerin de mazlum milletler tarafından yenilebileceği gösterilmiş oldu. Zafer, 4 yıl sürecek olan savaşta Türklere büyük güç ve moral verdi. Unutmayalım ki, savaşlar sadece silah üstünlüğü ile değil; moral gücüyle de kazanılır. İşte Türkler bunu başardı. Çanakkale dünya tarihinin de akışını değiştirdi. Rusya’da Çarlık rejiminin yıkılmasıyla yeni bir dünya kuruldu... Bu da daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin önünü açtı.
İngiliz birlikleri kıyıda dar bir alana sıkışıp kaldılar...
İngilizlerin Çanakkale’deki yenilgilerini tahlil etmek çok önemli. Bununla düşmanın durumunu öğrenirken, daha önemlisi Türk ordusunun bu zaferi neden kazandığının da cevabını bulacağız... İşte, üç ana başlıkta toplanan yenilginin nedenleri:
TÜRKLERİ KÜÇÜMSEDİLER
Türk ordusu, 1912-13 tarihleri arasında yapılan Balkan Harbi’nde yenilmesiyle herkesin dikkatini -daha doğrusu emperyalist güçlerin iştahını- üzerine çekti. Osmanlı İmparatorluğu’nun bir hamleyle paylaşılacağına olan inanç arttı. Türklerin müttefiki Almanya’yı bile kara kara düşündürdü. Müttefik olmaya temkinli yaklaştılar. “Yük” olur düşüncesi hakimdi. Balkan Harbi’nin bitiminden itibaren Enver Paşa önderliğinde İttihatçı yönetim, ilk iş olarak hantal, yeni taktik ve stratejileri bilmeyen Türk ordusunun eski kafa komutanlarını tasfiye etti. Orduyu tepeden aşağıya kadro ve yapı olarak değiştirdi. 1908-1909 arasında 26 bin olan subay sayısı 16 bine düşürüldü. 1913’ten sonra da bu sayıya bin 300 subay daha eklendi. Gençlerin önü açıldı. Bir yıllık bir süre içinde ordu ordu olmaya başladı. İşte bu muazzam değişiklik herkesi şaşırttı. Hiç beklemedikleri direnişi gösterdi. Küçümsenen ordu en güçlü ordulara kök söktürdü. Bunun ilk örneği Çanakkale’de yaşandı.
Çanakkale’deki İngiliz ve Fransız ordularının Başkomutanı Ian Hamilton, Londra’dan yola çıkarken Türkleri küçümsemeye başladı. Yapılacak deniz harekâtının başarılı olacağını ve Türklerin İngiliz donanmasının dumanını görür görmez kaçacağını ileri sürdü. Hamilton bu durumu günlüğünde şu ifadelerle dile getirir:
15 Mart 1915: “Kitchener’in düşüncesi buydu: Türkiye çökmek üzereydi, zayıftı. Tek başına Hindistan, Türkiye’yi tek elle yenebilirdi; hem de eli arkasında bağlı vaziyette.” (Ian Hamilton, Gelibolu Günlüğü, Çeviri: Osman Öndeş, Hürriyet Yayınları, İstanbul, 1972, s.17.)
“Kurmaylar, Türkiye’yi son derece küçük ve değersiz görüyorlardı. Nasıl oluyordu da, Kitchener’in o metodsuz sistemi iş görüyordu? Siyasi, bahri, askeri ve coğrafi bilgiler olmadan plân yapmaya kalkışmanın alemi var mıydı?” (Age, s.18.)
“Kendisine veda ettim. Masanın üzerinden şapkamı alırken, Kitchener hiç umulmadık bir şekilde şöyle dedi: “Donanma Çanakkale Boğazı’nı aşar, İstanbul kendiliğinden teslim olur ve başarıya ulaşırsanız, bu bir muharebe zaferi değil, bir harbin galibiyeti olacaktır.” (Age, s.20.)
16 Nisan 1915: Mağrur Enver Paşa’nın, bizimle alışverişi çok kısa sürecektir ve İmparatorluğun kalbine çok yakın bir yerde ayağımızı karaya basarsak, taarruza başladığımızdan en çok bir hafta sonra, İstanbul caddelerinden geçişimizi bir muzaffer kumandan olarak değil, esirler safında seyredecektir.” (Age, s.81-82.)
Savaştıkça gördüler ki karşılarındaki ordu orduya benziyor. Düşünceleri de değişmeye başlar:
17 Mart 1915: “Türk siper ve mevzilerinin mahirane tabya edilişi İngiliz uzmanlarını dahi, hayran bırakmıştı. Üstelik Gelibolu Yarımadası’ndaki sahra top bataryalarının sayısı da günden güne artıyordu.” (Age, s.25.)
19 Mart 1915: “Tam yol ileri! Sonra beceriksiz diplomatların telkinleriyle sanıldı ki, Gordion’un Kördüğümü misali, yaşlı Türk devleti, bıçakla kesilmiş gibi ikiye bölünüp dağılıverecek.” (Age, s.33.)
“Çok cesur harp eden, iyi sevk ve idare edilen asil Türk ordusu karşısında bulunuyoruz.” (Age, s.243.)
9 Ağustos 1915: “Düşman fevkalade bir şevkle savaşıyor.” (Age, s.131.)
10 Ağustos 1915: “Conkbayırı’nda Türkler çok iyi bir kumandaya sahipler. Başlarındaki Generaller bizi baskınla bastırmadıkça yenemeyeceklerini biliyorlar. Haliyle durmadan baskın tarruzu deniyorlar. Zararı yok, ölmeyeceğiz ve asla teslim olmayacağız.” (Age, s.237.)
13 Ağustos 1915: Conkbayır’ı, Kocaçimen ve Anafarta savaşlarında aldığımız yaralardan, düşmanın korkunç saldırılarından dolayı kımıldayamaz halde. Hani kabul etsem, mücadeleyi kaybetmiş olacağız. Başka kurtuluş yolu da yok.” (Age, s.239-240.)
“Türklerin cesareti, keskin nişancı, bombacı ve makineli tüfek nişancısı olarak sergilediği yetenekler, kıskançlıkla karışık bir saygının doğmasına neden oldu. (...) 19 Mayıs’tan önce Türk, kişiliği olmayan, siperin gerisindeki bir hareketten ibaret, uzaktaki bir figür ve gözetleme deliğindeki bir gölgeydi. Artık Türklerle yüz yüze gelmiş, onların da ilerlediğini ve öldüğünü görmüşlerdi. Türk de bir insandı, kendileri gibi acı çekiyordu.” (Chrıstopher Pugsley, Çanakkale: Yeni Zelandalıların Öyküsü, Çeviri: Ülkü Evrim Uysal, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2015, s.380.)
İŞGALCİ ASKERLER DE KÜÇÜMSEDİ
Aynı güven diğer subay ve erlerde de vardı. Onlar da yazdıkları anılarda ve ailelerine gönderdikleri mektuplarda Türk ordusunu küçümsediler ve aptal anlamında “Apdül” lagabını kullandılar. Hepsinin amacı “kısa sürede Boğazı aşıp İstanbul’da Türk kahvesi içmekti.” Bu hayalleri Mehmetçik direndikçe geriledi ve en sonunda Boğazın soğuk sularına gömüldü... Türk askerinin azimli direnişi düşmanı şaşırttı ve daha sonra gücünü anlayarak ona saygı duymaya başladılar. Bu durumu Başkomutan Hamilton 17 Ağustos 1915 günü şöyle dile getirir: “Tam anlamıyla Osmanlı Bankası’nı soyacaktık. Ama olmadı.” (Age, s.244.)
Marsilyalı 24 yaşındaki Preve ise, Cepheye geldiklerinde kendilerine söylenenleri şöyle anlatıyor: “İngilizler, Gelibolu’yu zapt ettikten sonra ötesi düzlük. Bir iki gün içinde İstanbul’a girilebilecek ve Rusya ile birleşilecek, diyorlardı.” (Çanakkale Muharebelerinin Esirleri, ATASE Yayınları, Ankara, 2009, C.1, s.142.)
Fransız Andovan ise İngilizlerin kibirliliğinden yakındıktan sonra Türklerin çok iyi savaştığını bellirterek, “Türkler çok iyi harp ediyorlar ve inatçı savunma yapıyorlar. Denizaltılar yüzünden zırhlılar gelemiyor. Taarruz çok zor. Fransızlar burada harp ettiklerinden genellikle memnun değiller” diyor. (Age, s.147.)
İNGİLİZ GENERAL ASPİNALL OGLANDER: TÜRKLER ÇOK ÜSTÜNDÜLER
Çanakkale’de görev yapan General Aspinall Oglander, Çanakkale Gelibolu Harekâtı isimli iki ciltlik eserinde savaşı ayrıntılı şekilde ele alır. O da İngiliz subaylarının hatasına değinir: “Başarısızlığın yegâne sebebini sefer başlamadan önce esaslı hazırlıkların hiç yapılmamış olmasında buluyoruz.” (Aspinall Oglander, Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, 2. Baskı, C.2, Arma Yayınları, İstanbul, 2005, s.530.)
“İlk yığınakta yapılan hatanın, bütün sefer süresince düzeltilemeyeceği hakkında söylenmiş olan eski söz, bu seferde tamamen yer bulmuştu.” (Oglander, Age, s.531.)
“General Hamilton tarafından zorunlu görülen fazla gizlilik maiyet komutanlarının kendiliğinden hareket kabiliyetini kırdı. Başkomutanlığa, harpte büyük sevk ve idaresi tecrübe edilmemiş bir general tayin edilmişti.” (Age, s.533.)
Oglander buna karşın Türk ordusunun çok iyi sevk ve idare edildiğini, Mehmetçiğin de cansiperane savaşdığını belirterek şunları vurguluyor: “Gelibolu’daki mağlubiyetin sebeplerini araştırırken iki mühim etkeni de unutmamak lazımdır: Bunlardan birisi, Türk askerinin savunmadaki yüksek kabiliyeti, diğeri de 5. Ordunun çok güzel sevk ve idare edilmesidir. Seferin başında Türkler maalesef yanlış olarak tanınmıştı. (...) Bir taraftan Türkler istila ordusuna çok üstündüler. Türkler şehirli değil köylü oldukları için basit bir hayata alışık, tarzına ve zor arazide gündüz olduğu kadar geceleyin de yollarını bulmaya muktedir idiler.” (Age, 536.)
“Mareşal Liman von Sanders Gelibolu’da büyük bir takdir kazanmıştır. Türkler Sanders’in cesaretine ve çabuk karar vermek özelliğine borçludurlar. (...) Liman von Sanders’in, bugün Türkiye’yi idare etmekte olan ve o zaman bir tümen komutanlığında bulunan Mukadderatın adamından aldığı kuvvet ve ilhamın yüksek kıymetine paha biçmek imkansızdır.” (Age, s.537.)
“Tarihte, bir tümen komutanının üç farklı yerde vaziyete nüfuz ederek yalnız bir muharebenin gidişine değil, aynı zamanda bir seferin akıbetine ve belki bir milletin mukadderatına tesir yapacak vaziyet yaratanların bir benzerine nadiren tesadüf edilir.” (Age, s.537.)
DEVAM EDECEK