İngiltere’de İşçi Partisi iktidarı emekçileri kurtarabilir mi?

İngiltere seçimlerinde İşçi Partisi’nin iktidara gelmesi gündemdeki yerini koruyor. Parlamentonun açılış töreni ile Kral'ın konuşması 17 Temmuz Çarşamba günü yapılacak. İşçi Partisi lideri Starmer, “Siyaseti kamu hizmetine döndürmek zorundayız.” dedi.

Tabiî bu sözler tek başına anlamlı değil. Çünkü İngiliz İşçi Partisi, emperyalizme eklemlenmiş bir partidir ve İngiltere’nin Atlantikçi politikalarını değiştirecek bir programı yoktur. İngiliz İşçi Sınıfı da, günümüzdeki emperyalist işçi sınıfları gibi bir “burjuva proleteryadır.”

İngiliz gazetelerde bırakın kamucu olmayı, daha piyasacı öneriler geliyor. The Telegraph’tan Ben Lawrence, çözümün müzelerden giriş ücreti veya turist vergisi almakta olduğunu söylüyor.

İNGİLTERE’DE SOSYALİZM NE ZAMANDIR YOK?

Marx ve Engels, kapitalizmin tekelleşmeye gittiği süreçte bu gerçeğe dikkat çekmişti. Onlara göre burjuvazi, dünyayı sömürerek kendi işçi sınıflarına bir sus payı vermekteydi. Engels, 7 kim 1858’de şunları söylüyordu: “İngiliz proletaryası gerçekte giderek daha fazla burjuva oluyor; öyle ki, tüm ulusların en burjuvası olan bu ulus, gözüktüğü kadarıyla, nihai olarak, bir burjuvazinin yanı sıra bir burjuva aristokrasiye ve bir burjuva proletaryaya sahip olmayı amaçlıyor. Tüm dünyayı sömüren bir ulus için tabii ki bu belirli bir ölçüde geçerli nedenlere dayanmaktadır.” Owenizmin ölümünden beri İngiltere’de sosyalizmin hiç olmadığına dikkat çeken Engels, bu durumun değişmesini de ancak tekel durumunun parçalanması sonucu olabileceğini ifade eder.

Lenin de emperyalizmin kapitalizmin tekelci aşamasının olduğuna dikkat çekerek ezilen millet-ezen millet ayrımı yapar. Yani tekelci devletler, burjuvazisi ve işçi sınıfla bir bütün olarak ezen millettir. Ezilen milletler de burjuvazisi ve işçi sınıfıyla birlikte ezilen millettir. Lenin, devrimlerin esas olarak emperyalizmin zayıf halkalarında olacağını ifade eder. “İleri Asya, geri Avrupa” tahlilini yapar.

Ardında bıraktığımız tarih Lenin’i doğruladı. Milli Kurtuluş Savaşları bunun göstergesiydi. Esas düşman emperyalizmdi. Sosyalizme açılma çağı, ancak emperyalizmin yenilgisine bağlıydı.

Türkiye, Çin, Hindistan, İran’ın mücadelesi esas olarak İngiliz emperyalizmiyleydi. İngiliz işçi sınıfı bu saldırıları destekledi.

1990’dan sonra ise ABD kendini dünyanın jandarması ilan etti. Hegemonyacılık dönemi başladı. Klasik emperyalizmden farkı, hegemon devletin diğer emperyalist devletleri arkasına da takmasıydı. Öyle ki, ABD’nin Irak işgalinde ortağı olan İngiltere’de İşçi Partisi iktidardaydı ve Başbakan Tony Blair’di.

Bugünün esas mücadelesi, hegemonyacılıkla doğrudan mücadeleden geçiyor.

ABD’DEKİ SINIF SAVAŞI HOLLYWOOD’A YANSIDI

Neoliberal sistemin çöküşü, yalnızca ABD ve İngiltere’yi kapsamıyor. Tüm Avrupa’yı ateş çemberine almış durumda.

Başta Batı Asya olmak üzere ezilen ulusların millî direnişi ve silahlı mücadelesi, ABD hegemonyacılığını geriletiyor. Hem ABD’de hem de Avrupa’da bunun etkilerini görüyoruz.

“Önce Amerika” diyen Trump, “küreselci” Biden’a karşı. Bu adayların oy aldığı yerler bile dikkat çekici. Trump, kalpgâh olarak belirtilen ABD’nin orta kesimlerinden oy alırken, Biden deniz aşırıcılığın merkezlerinden yani kıyı kesimlerinden oy alıyor. Özellikle Kongre baskısı sonrası kendini gösteren “Redneck”ler, yani ensesi kızıllar, sınıf savaşımlarının yükseleceğini ve ABD’nin iç savaşa doğru gittiğini de gösteriyor. Bu durum Hollywood’a da yansımış durumda. Eş zamanlı olarak yeni bir “İç Savaş” (Civil War) filmi çekilmesi anlamlı. Filmde mesaj doğrudan Trump’a: “Ya çekil ya savaşa hazır ol!”

Avrupa’da da ABD kuyruğuna takılmaya karşı çıkan, Rusya üzerine sürülmeye direnen, millî devleti önceleyen, ekonomide Asya ülkeleriyle ilişkiler geliştirmeyi öne alan milliyetçi partiler; “aşırı sağcı”, “ırkçı”, hatta “faşist” gibi saldırılara uğruyor.

İNGİLTERE’Yİ SICAK PARA ÇÖKERTİYOR

Şimdi İşçi Partisi’nin yeniden iktidara gelişi, İngiltere’nin zor durumdan çıkıp çıkamayacağı tartışmalarını beraberinde getirdi. Ünlü sosyalist iktisatçı Michael Roberts, İngiliz sermayesinin iflas ettiğine dikkat çekiyor.(1) ABD şirketlerinin Birleşik Krallık'a 700 milyar dolardan fazla mal ve hizmet sattığını belirten Roberts, bunun Birleşik Krallık'ın toplam GSYH'sinin dörtte birinden fazlasına denk geldiğini vurguluyor.

Roberts, Britanya kapitalizminin gerilediğini şu sözlerle anlatıyor:

“1980'lerden itibaren Britanya giderek ‘rantiye ekonomisi’ olarak adlandırabileceğimiz bir yapıya büründü; üretim üssünün çoğunu sona erdirdi ve çoğunlukla Londra Şehri finans sektörüne ve beraberindeki iş hizmetlerine güvenerek Orta Doğu petrol şeyhlerinden, Rus oligarklardan, Hintli girişimcilerden ve Amerikalı teknoloji şirketlerinden gelen sermayenin yeniden dağıtımı için bir kanal sağladı.

Bu dönem boyunca Britanya kapitalizmi, G7 ekonomileri ve diğer büyük Avrupa devletleri arasındaki emsallerine göre geriledi.”

Görüldüğü gibi sıcak para sorunu yalnızca Türkiye’yi değil, gelişmiş ülkelerde de ciddi sorunlara yol açıyor.

“Sermayenin dağıtımı için kanal görevi” gören Londra borsaları bile çare olamıyor. İngiltere’nin gerileyişi sürüyor.

Roberts ayrıca yoksulluk oranının giderek arttığını, son 300 yılın en kötü daralmasının yaşandığını aktarıyor. Servet eşitsizliği ise, alıp başını gitmiş durumda:

“Ulusal İstatistik Ofisi'ne göre Birleşik Krallık'taki servet eşitsizliği gelir eşitsizliğinden çok daha şiddetli olup, en üstteki beşte birlik kesim ülkedeki gelirin yüzde 36'sını ve servetin yüzde 63'ünü alırken, en alttaki beşte birlik kesim gelirin sadece yüzde 8'ine ve servetin sadece yüzde 0,5'ine sahiptir.”(2)

Britanya’da sağlık sektörü, eğitim, barınma ve kamu hizmetleri giderek kötüleşiyor. Bu yüzden Starmer’in “Siyaseti kamu hizmetine döndürmek zorundayız.” sözleri normal geliyor.

‘TURİST VERGİSİ ALALIM’ TALEBİ

Hatta durum öyle ki, İngiltere’deki çöküşten kültür kurumları dahi etkileniyor. Bu anlamda İngiliz gazetelerde bırakın kamucu olmayı, daha piyasacı öneriler geliyor. The Telegraph’tan Ben Lawrence, çözümün müzelerden giriş ücreti veya turist vergisi almakta olduğunu söylüyor.(3) Lawrence şunları ifade ediyor: “Bu köşede daha önce birden fazla kez söylediğim gibi, artık para yok. Bu nedenle, hafta sonunda Mezopotamya ve antik Japonya'nın harikalarını görmek için yabancı ziyaretçilerden ücret alması gerektiğini söyleyen British Museum'un eski başkanı Mark Jones'a katılıyorum. (…)

Şimdi tam zamanı. Müzelerin son birkaç yıldır neden daha agresif bir şekilde ücretlendirme yapmadığını anlamıyorum. Turistler neden müzelerimize ücretsiz girsin ki? Sonuçta tur operatörlerine ve otellere ödeme yapıyorlar ve bu ziyaretçilerin çoğu zengin: bir biletin maliyeti muhtemelen çok az. Bazıları dünyanın en büyük hazinelerini barındıran müzelerin ziyaretçilerden ücret almamak gibi bir ahlaki yükümlülüğü olduğuna inanıyor; bence bu hayal ürünü bir saçmalık. Müzelerin de herkes gibi ödemesi gereken faturaları ve personeli var ve biz Britanya'da müzeleri vergilerimizle finanse ederken, yurtdışından gelenler hiçbir katkıda bulunmuyor.”

EZBERLERİ BOZAN SÜREÇ

İngiltere’de piyasacı çözümler tartışılırken, birçok ülke geleceğini kamuculuk üzerine inşa etme çabalarına başladı bile. ABD dahi, 40 yıllık Ortodoks neoliberal politikaların iflasını ilan etti. 27 Nisan 2023’te Joe Biden yönetiminin çekirdek kadrosunda bulunan Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Yeni Washington Konsensüsü’ adı altında devletçi bir ekonomik modelin uygulanmaya başladığını ilan ediyordu. Biden yönetimi, ilk iki yılda sosyal harcamaları ve kamu yatırımlarını tarihi yüksek seviyelerde artırdı.(4)

Peki, ABD dahi kamuculuğu kabul ederken İngiltere’de İşçi Partisi’nin iktidarı ülkede yeni bir dönem başlatır mı?

Hayır.

İNGİLTERE’DE YENİ DÖNEM BAŞLAR MI?

Sabah gazetesinden Bercan Tutar, İngiltere’de esas olarak iki partili sistemin ağır darbe aldığını belirtiyor. Peki, o halde neden İşçi Partisi’nin zaferi bu kadar konuşuluyor? Tutar buna şöyle bir yanıt veriyor:

“İngiltere'de de İşçi Partisi ve Muhafazakâr Parti'den oluşan iki partili sistem ağır darbe aldı. İşçi Partisi'nin zaferi öne çıkarılarak insanların sistematik çöküşü görmesi perdeleniyor. İşçi Partisi 4 Temmuz'daki seçimde oyların yüzde 34'ünü, Muhafazakâr Parti ise yüzde 24'ünü aldı. Toplamları yüzde 58'de kaldı.

Oysa 2019'daki seçimde iki partinin toplam oyu yüzde 75,8 iken 2017'de ise yüzde 82,4'tü. Müesses nizamdaki erime net. Peki, yerine kim geliyor? Ekonomik adalet yanlısı ve AB karşıtı aşırı sağcı Reform Partisi yüzde 14 oy aldı. Liberal Demokrat Parti ise yüzde 12. İngilizler bu sonuçlarla küreselcilerin dayattığı yeşil histeri ve trans çılgınlığını savunan siyasi merkezi tektonik darbelerle sarstı.”(5)

Evet İngiltere’de iki partili sistem ve küreselcilerin dayattığı siyasetler darbelerle sarsılıyor.

Peki bu, İngiltere başta olmak üzere işçi sınıfı üzerinden yeni bir dönemin başladığı anlamına mı geliyor?

STARMER’İN DIŞ POLİTİKASI

İşçi Partisi Lideri Starmer, hegemonyacılığa karşı çıkan bir lider değil. Aksine, ABD’nin suyuna gidiyor.
Jonathan Fenton-Harvey, Starmer’in kendini ABD liderliğindeki dünya düzeninin sürdürülmesinin sesli bir destekçisi olarak konumlandırdığını söylüyor. Hem Starmer hem de yeni Dışişleri Bakanı David Lammy, bu yılın sonunda yapılacak ABD Başkanlık seçimlerini kim kazanırsa kazansın, Londra'nın Washington ile olan transatlantik ortaklığını sürdüreceklerine söz verdiler.(6)

Stramer’in dış politikası şunlardan oluşuyor:

-Avrupa ile yeniden uyum.

-Kiev’e sarsılmaz destek.

-Çin'in Hint-Pasifik'teki genişlemesine karşı koymak üzere ABD ve Avustralya ile imzalanan denizaltı üretim anlaşması AUKUS'a sahip çıkmak.

-Çin ile ilişkileri denetlemek.

-Hint-Pasifik bölgesinde ve Batı Asya’da (Ortadoğu) ABD ile savunma işbirliğine devam etmek.
İşçi Partisi’nin ilk yıl avunma harcamalarının Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYİH) yüzde 2,5'ine çıkarılmasına yönelik bir rota belirlemek üzere stratejik bir savunma incelemesi yapacağı da belirtiliyor. (7)

Stramer ayrıca İsrail’in Gazze’deki saldırılarını savunuyor. Hatta Eski İşçi Partisi Lideri Jeremy Corbyn’i Yahudi karşıtı açıklamalarının yeniden gündeme gelmesi sonrası, partiden ihraç etti. İngiltere’nin Yemen’i bombalamasına destek veriyor.(8)

BATI’DAKİ İŞÇİLERİN KURTULUŞU ASYA’DAKİ MÜCADELEYE BAĞLIDIR

Şuna dikkat çekmek istiyoruz:

Roberts’in bahsettiği rantiye ekonomisi ancak küreselleşmeci bir dış siyasetle sürdürülebilir. İngiliz İşçi Partisi, ABD’nin peşine takılmakta ve sıcak para ekonomisine dayalı saldırgan dış politikasını sürdürmektedir. Yani İşçi Partisi’nin “kamuculuk” söylemi, emperyalist politikaları sürdürmek ve dünyanın sömürülmesinden elde edilen kazancın bir bölümünü işçi sınıfına devretmektir.

Marx ve Engels’in çizdiği tablodan günümüze bir değişiklik olmamıştır.

İngiliz İşçi Partisi, İngilizleri kurtaramaz.

Elbette ekonomik kriz, İngilizleri de kamuculuğa yöneltiyor.

Fakat şu anki tablo, rantı paylaşma kavgasıdır.

İngiliz işçi sınıfı başta olmak üzere, Atlantikçi kuvvetlerin işçi sınıflarının kurtuluşu, başta Batı Asya olmak üzere Afrika, Latin Amerika, Asya-Pasifik’e kadar uzanan geniş bir cephede ezilen ve gelişen dünyanın silahlı mücadelesine bağlıdır.

Buralarda hegemonyacılığa karşı vurulan her darbe, Batı ülkelerindeki iç çelişkileri hızlandırır.
Böylece rantiyeyi paylaşma kavgası yerine, Avrasya’dan doğan kamucu, paylaşımcı, halkçı uygarlığın bir parçası olabilirler.

DİPNOTLAR:

(1) Michael Roberts, 7 Temmuz 2024, Çökmüş Britanya-1, Aydınlık.
(2) Michael Roberts, 8 Temmuz 2024, Çökmüş Britanya-2, Aydınlık.
(3) Ben Lawrence, 3 Temmuz 2024, Our cultural institutions are collapsing – charging tourists is the obvious solution, The Telegraph.
(4) Serhat Latifoğlu, ABD neoliberalizmin bitişini sessizce kabul etti, 5 Temmuz 2024, Aydınlık.
(5) Bercan Tutar, 9 Temmuz 2024, Batı sarsılırken Doğu bütünleşiyor, Sabah.
(6) Jonathan Fenton-Harvey, Keir Starmer Birleşik Krallık dış politikasında "gemiyi sağlamlaştırmaya" çalışıyor, 7 Temmuz 2024, Anadolu Ajansı.
(7) 6 Temmuz 2024, Birleşik Krallık’ta yeni hükümetinin dış politikası nasıl olacak?, Independent Türkçe.
(8) 5 Temmuz 2024, Keir Starmer: İngiltere'de İşçi Partisi'ni 14 yıl sonra iktidara taşıyan ülkenin yeni başbakanı, BBC Türkçe