İnönü’nün Batı hesabı

İsmet İnönü “Amerikancı” mıydı? Öyle değilse Türkiye’yi Atlantik sistemine sokmasını nasıl okumak gerekiyor? Bu tür sorulara doğru cevapları bulmak, her şeyden önce soruları doğru şekilde sormakla başlar.
Meseleleri ele alırken olguyu kendi koşulları içinde anlamaya çalışmak bir zorunluluktur. İdeolojilerin kendi yol haritalarını bilimi rehber alarak çizip çizmeyecekleri kendi sorunlarıdır. Gerçeğin bilgisine ihtiyaç duyan sınıflar ve siyasal güçler bilimin yol göstericiliğine ihtiyaç duyarlar. Güçlerini ancak gerçeğin çarpıtılması veya tersine çevrilmesi sayesinde koruyabilecek olan sınıflar ve siyasal güçler ise kendi ideolojik yaklaşımlarını inşa ederken bilime sırt çevirmek zorunda kalırlar. Erdoğan’ın İnönü’ye yönelik Amerikancılık iması, bu saflaşmadan nasibini fazlasıyla almış görünüyor.
Savaş sonrası Türk-Sovyet ilişkilerini dikkate almadan, İsmet İnönü’nün batı sistemi ile neden ittifaka yöneldiğini anlamak mümkün değildir. Rusya, İkinci Dünya Savaşı’ndan çıktığında dünyayı ABD ile birlikte nüfuz bölgelerine ayırarak paylaşan bir başat güç haline gelmişti. İnönü, kurmay subay kökenli bir siyasi olarak, koşulların jeopolitik bir değerlendirmesini yaptı. Türkiye’nin batısında Bulgaristan, Sovyet sistemine dâhil olmuştu. Yunanistan’da iç savaş ve belirsizlik sürüyordu. Yarın orada Sovyetler’in nasıl bir etkiye sahip olacağı belli değildi. Doğuya bakıldığında SSCB sınır komşumuzdu. Üstelik İran’daki askerlerini çekmek istemiyordu. Güneyde Irak ve Suriye’nin her koşulda Sovyetler’e karşı Türkiye ile ittifak edeceklerinin garantisi yoktu. Durumu değerlendiren İnönü ve arkadaşları yayılmacı bir süper güç tarafından kuşatılmakta olduklarını düşündüler. Bugün olmasa bile yarın Türk-Sovyet ilişkilerinin bir çatışmaya varması halinde direnme şanslarının olmayacağını hesapladılar. Akdeniz’e inme amacı Rusya’nın kadim siyasetiydi. Boğazlar’ın statüsünü yeniden belirleme talebi resmi olarak Türk hükümetine iletilmişti. Türkiye, Sovyet dostluğu sürdürülmek istense bile SSCB’nin dostluğu sürdürmek istememesi halinde direnemeyeceklerini düşündüler. Böylece diğer başat güç olan ABD ile ittifak ederek Sovyet kuşatmasının yarattığı riskleri dengeleyebileceklerini hesapladılar. Nasıl olsa ABD ile sınırımız yoktu ve bağımsızlığımıza halel getirecek türden istekleri olursa ona direnmek, Sovyetler’e direnmekten daha kolay olacaktı.
Atlantik sistemine yönelmenin ekonomik ve ideolojik nedenleri de vardı. Türkiye, devletçilik döneminde Türk burjuvazisini palazlandırmış, sermaye birikimini artıran burjuvazi, Batı piyasalarıyla bütünleşmeyi talep etmeye başlamıştı. Bu açıdan Cumhuriyet dönemi Türkiye ekonomisi, kapitalist yoldan kalkınmaya çalışan azgelişmiş bir ülkenin, kendi sermayedarları aracılığıyla dönüp dolaşıp gönüllü olarak emperyalizmin kucağına atılacağını kanıtlayan bir örnek oldu. Erdoğan’ın İnönü eleştirilerinde işin bu boyutunu göremiyoruz. İdeolojik düzlemde ise, Türk Devrimi’ne önderlik eden kadroların, daha Yeni Osmanlılar döneminden başlayarak Batı tipi çok partili parlamenter demokrasiye, anayasal güvence altındaki özgürlükler rejimine ulaşma özlemlerini görüyoruz. Bir başka deyişle İnönü ve arkadaşlarının kafalarındaki siyasi model, Batılı ülkelerin uygulamakta olduğu siyasi modeldi. Siyasal kültür ve değerler bakımından kendilerini Batıya daha yakın hissediyorlardı. Bu nedenle savaş sonrasında bağlantısızlar hareketi içinde kalma seçeneğini yeterince derinlikli biçimde tartışmadılar. Son olarak, İnönü’nün Atatürk’ten farklı olarak, radikal değil, dengeci ve uzlaşmacı kişiliğini de faktörler arasına ekleyebiliriz. Atlantik sistemine yönelme tercihini, dönemin koşulları ve Türkiye’nin kaderine hükmedenlerin zihinlerini belirleyen koşullanmışlıklar içinde anlamak gerekiyor. Bunu anlamak, kabul etmek veya haklı bulmak anlamına gelmiyor ama açıklayabilmek için gereken altyapıyı oluşturuyor.
Sözün özü, İnönü ve ekibi “Amerikancı” olduğu için değil, Sovyet yayılmacılığına karşı Türkiye’nin güvenliğini, bağımsızlık ve egemenliğini Batı sistemi içinde sağlayabileceklerini hesapladıkları için bu kararı verdiler. Bağlantısız kalmaları halinde, Sovyet kuşatması ve yayılmacılığı karşısında bağımsızlık ve egemenliğimizin sürdürülebilir olmadığını düşünüyorlardı. Bu hesabın yanlış çıktığı sonraki gelişmelerle açıkça görüldü. İnönü’nün hesaplayamadığı, Türkiye Batı sistemi içinde örgütlenirken, ABD’nin de Türkiye’nin içinde örgütleneceğiydi.