İnsan-korumacı teknoloji

Teknolojinin kapitalizmle birlikte insana korumacı bir tutumla yönelip programlanması gerektiği savunulsa da burjuvazinin tekelci dönemde gericileşmesi bunu gitgide olanaksız hale getirdi. Lukásc; Fransız devrimini hazırlayan süreç boyunca akılcılığı bilim, düşün ve sanatta kılavuz gören burjuvazinin devrimden hemen sonra bu tutumu yalnızca teknoloji üretiminde izlediğini ama hayatın bütün alanlarında insan karşıtı tasarımlara ve gitgide hurafeye yöneldiğini, aydınlanma düşüncesiyle yolunu nasıl ayırdığını daha yüz yıl önce saptamıştı.

Nitekim İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Yeni Ortaçağ’da postmodernizmin insana durmaksızın safsata pompalayışının nedeni bu gerçekte saklıdır.

TASARIMLANAN İNSAN

Marx, toplumun sınıfsız bir aşamaya evrilerek bireysel ve toplumsal özgürlüklerin yükselmesine ivme katmak üzere teknolojik gelişmeyi hızlandırma gereğini savunurken insanın gerçek insanlaşmasının önündeki sınıfsal engelleri kaldırmayı gözetmişti. Ne ki düşünen ve tasarımlayan insan yerine, tarihin postmodern sonuna uygun biçimde tasarımlanan ve yüklenen insan üretmeye yönelen küresel oligarşi, sözüm ona, “insanı kusursuzlaştırmak için”, evrensel egemenlik programı doğrultusunda, “teknolojiyi kullanarak bedenlerimizi ve içindeki beyinlerimizi yeniden tasarlamak ister.” Bunun gerekçesini, sibernetiğin kurucusu Norbert Wiener, daha 1950’de verir: “Çevremizi öyle köklü şekilde değiştirdik ki, şimdi bu yeni çevrede var olmak için kendimizi değiştirmemiz gerekiyor.” (Paul Mason, Apaydınlık Gelecek / İnsanın Köktenci Bir Savunusu, Yordam Y., 2020)

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin eskimişliğinden yola çıkanların hazırladığı Transhümanist Bildiri’ye göre (1998) kalıcı özgürlük, “bireylerin... ödeme yapma gücüne sahip olmalarında yatar.” Sözüm ona ırkçılığa, cinsiyetçiliğe karşı postmodern etiğin geldiği son nokta bu işte: Özgürlüğü parası olan hakkeder.

ŞEYTANIN SORDURDUĞU

“Özgürlükçü sağ”, baklayı ağzından çıkarıp insanın tasarlanmasından klonlama işlemini anladığını açıklayınca, Fukuyama bile dayanamayıp haykırır: “Dünyadaki en tehlikeli fikir” transhümanizmdir. Bu çığlık üzerine Birleşmiş Milletler, insan tasarımı ve YZ konularında UNESCO aracılığıyla yasaklayıcı bir uluslararası anlaşma metni hazırlama (2002) girişiminde bulunmuşsa da 2016’dan beri hiçbir ilerleme kaydetme şansı kalmamıştır. ABD, Çin, Rusya, İngiltere, Japonya, Almanya gibi ülkeler YZ / 5G üzerinden yeryüzünde mutlak egemenliklerini kurmaya yönelik kendi programlarından ödün vermemektedir. Durum, nükleer silahların tehdidinden daha korkunç bir tehlike sunuyor. Öte yandan, son zamanlarda, tüm dünyadaki YZ / 5G programlarının gerisinde ABD’nin yetiştirdiği mühendis ve bilimcilerin varlığı ülkeler arası çelişkilerin kayıkçı dövüşünden öte gitmediği, küresel oligarşinin mutlak yönetsel ağırlığını kurduğu savlarının yaygınlaşmasına yol açmaktadır.

Geçenlerde bir tartışmada karşımıza son derece çarpıcı ve güvensizlik bulaştıran bir soru çıktı: Çin’deki büyüleyici teknolojik gelişmeyi güdüleyen kadroların da ABD görevlisi olmayıp gerçekten kaçıp geldiğine nasıl inanabiliyorsun?

SANAT VE FELSEFENİN İŞLEVİ

İnsanların postmodernizme inanarak düşüncelerini hurafeyle mayalamasında aydınların, düşünür ve sanatçıların yanılsatıcı rolü gitgide daha açık beliriyor. Düşünmenin ve sormanın ereği, elbette mutlak kuşku ve hele hele güvensizlik yaratmak değildir; tersine, insanların güven duygularına nesnel karşılık getirmek, geleceğe güvenle bakma duygusunu pekiştirip kalıcılaştırmaktır. Bunu sağlayacak olansa, başta şiir olmak üzere edebiyatın bütün türleri, felsefe ve bilimsel düşüncedir; bunları içselleştirmiş politik bilinç ve eylemdir. Geleceğe ilişkin, insanı savunmaya yönelik bilimsel ve kuramsal tasarımlarımız yoksa düşünsel ve sanatsal yaratıcılığı kodlayarak kişiselleştirmekle belki parlak ürünler verebiliriz; ne ki aslolan, insanı karamsarlıktan kurtarıcı savaş gücüyle ileri atacak yapıtlar ortaya koyabilmektir. Doğayı ve insanı yapıtlarımızda bütünleşik ve dönüşken bir yapısal işleyişle yansıtamıyorsak, gerçek işlevinden yoksun görselliğin görkemiyle yetinen sanatsal ve felsefi yaratıcılık, hakikatle yüzleştiğinde çökecek; aydınları hayat karşısında utanç ve özürle yüzüstü bırakacaktır.