'İnsan onur ve haysiyeti dokunulmazdır'
Almanya Anayasasının 1. Maddesinin 1. Fıkrası aynen şöyledir. "İnsan onur ve haysiyeti dokunulmazdır. Tüm devlet erki ona saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür."
Son günlerde tanığı olduğumuz üç konu, beni derinden etkiledi ve sarstı. Bu nedenle bu üç konuyu irdelemek isterim. İlki, FETÖ darbe girişimi ana davasında sanıkların mahkemeye getirilişi ve adeta organize edilmiş seyircilerin, sanıklara idam urganı atmaları ve ağır hakaretlerde bulunmaları olayı. Bu ilkel uygulama, insan onur ve haysiyetiyle asla bağdaşmayacağı gibi, engin ve görkemli bir devlet geleneği olan ülkemize de yakışmamaktadır. Ayrıca bu yöntem demokrasi, hukuk devleti ve bağımsız yargıyla da asla bağdaşmamaktadır.
Çağımızın iletişim koşullarında Dünyanın neresinde olursa olsun, bu tür olaylar basında, son derece olumsuz ve geniş yankı bulacaktır. Bu olay Türkiye'nin Dünya'daki itibarına ve saygınlığına verilebilecek en büyük zarardır. Bu uygulamayı yapanların ve yaptıranların derhal görevden uzaklaştırılmaları ve sorgulanmaları gerekir.
Aklıma hemen Hitler Almanya'sı geldi. "Schauprozess" (= göstermelik duruşma), denen kitleler üzerinde propaganda amaçlı bu tür davalarla, önceden verilmiş olan mahkeme kararlarına kamuoyunu hazırlamak amacı güder. Bu tür mahkemelerin yasalara uygun ve adil olmayacağı, hatta verilecek cezaların önceden belirlenmiş olduğu kanısı yaygındır.
83 yaşındaki İlhan Selçuk ve daha bir çok yurtseverin gecenin yarısında yataktan kaldırılarak, kapı önünde hazırlanmış TV kanalarının çekimleri esnasında alıp götürülmeleri yüzkarası uygulamaları, asla unutmayacağım. Türkiye bu ilkel, çağdışı görüntüleri hak etmiyor. Aydınlık gazetesinin FETÖ sanıklarına yapılan bu durum nedeniyle "Yargıyı idam etmeyin" manşet haberi, büyük anlam taşıyor. Bu yöntemlerle yapılacak yargılamaya ve verilecek kararlara gerçekte gölge düşürülmüş olmaktadır.
SÖZCÜ'YE YAPILAN FETÖ SUÇLAMASI BÜYÜK AYIPTIR
İkinci konu, sözcü gazetesine yapılan FETÖ suçlamasıdır. Sözcü gazetesini 2010 yılından bu yana her gün okuyan birisiyim. Bu gazetede ben bir kere olsun Gülen hareketini onaylayan, destekleyen veya öven habere ve yazıya rastlamadım. Tam aksine, yıllardır FETÖ olayını eleştiren, sorgulayan haberleri ve özellikle de köşe yazılarını büyük bir ilgiyle ve beğeniyle okumaktayım. Sözcü gazetesini, öteden beri karşısında olduğu ve kararlılıkla eleştirdiği FETÖ hareketiyle ilişkilendirmek, olsa, olsa bir akıl tutulmasıdır.
Sözcü Gazetesi, Atatürk ilkelerini kararlılıkla savunan ve Türkiye'nin en çok okunan yayın organlarından biridir. Gerçekleri ödünsüz yazan saygın köşe yazarlarının görevlerini beğeniyle yerine getirdiği bu gazete, eleştirel yazıları nedeniyle hükümeti çoktandır rahatsız ediyor. Yıllardır tanığı olduğumuz gibi, AKP yandaş olmayan medyaya tahammül edemiyor ve akıl almaz yöntemlere başvurarak, hükümeti eleştiren medyayı, baskılar, cezalar ve düzmece iddialarla susturmaya çalışıyor.
Türkiye, Dünya'da en fazla gazetecilerin tutuklu olduğu ülke ayıbından ivedi olarak kurtulması gerekirken, aksine yeni baskılarla, gerçekleri yazarak ayakta kalabilen az sayıda basın kurumunun da susturulmak isteniyor olması, Türkiye'nin demokratik ülkelerdeki saygınlığına yeni bir darbe hareketidir. Muhalefeti ve eleştirel yayın organları tamamen susturulmuş Türkiye'de, demokrasiden söz edilebilir mi? İşte bu nedenle hükümetin, Sözcü'den ve para cezalarıyla baskı oluşturarak susturulmak istenen tüm eleştirel basın yayın kurumlarından elini ivedi olarak çekmesi gerekir.
AÇLIK GREVİ EN MASUMANE BİR DİRENİŞTİR
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamını önlemek için, başkanı olduğum Almanya Türk Öğrenci Federasyonu olarak on kadar arkadaşımla birlikte Berlin'de 1972 Nisan sonunda açlık grevi yapmaya başladık. Konuyu basın konferansıyla kamuoyuna duyurduk. Medya konuya geniş yer verdi. Tanınmış bir kaç Alman profesörde bu açlık grevine katıldılar. Amacımız Alman devletinin devreye girerek, bu idamların önlenmesine yardımcı olmasıydı. Medyada geniş yankı uyandıran bu açlık grevimiz nedeniyle, Sosyal Demokrat Cumhurbaşkanı olan Gustav Heinemann, Türkiye nezdinde girişimlerde bulunarak, bu idamların önlenmesine çalıştı. Ne var ki bu üç fidanın idam kararı çok önceden kesinleşmişti. Bizim bu konuda yapabileceğimiz en etkin protesto buydu. Cumhurbaşkanı devreye girince 6 gün sonra açlık grevimizi sonlandırdık.
Üçüncü konu, akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça, işlerine geri dönmek amacıyla başlattıkları açlık grevinin, 77. gününde, polis zoruyla ve daha sonra da tutuklanarak engellenmişidir. Kendilerini 22 Mayıs günü Ankara Yüksel caddesinde ben de ziyaret etmek istedim. Yolu çevreleyen çok sayıda polis buna izin vermedi. Kaba kuvvetten tamamen uzak, son derece masumane bu açlık grevinin, bu yöntemle engellenmesini, anlamak olası değildir. Oğluyla birlikte dayanışmaya gelen 65 yaşındaki Kezban hanımın, polis tarafından yerlerde sürüklenmesi, insan onur ve haysiyetini ayaklar altına alan bir davranıştır.
Yılmaz Özdil'in "Cennet anaların ayakları altındadır, Türkiye'de analar ayaklar altındadır" yazısını okumanızı öneririm. "Hukukumuzu, demokrasimizi, cumhuriyetimizi kaybettiğimizi sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. İnsanlığını kaybetti bu ülke. İnsanlıktan çıktı." Diyor Özdil. Türkiye bu üç güncel örnekte yaşadığımız durumu asla hak etmiyor. Türkiye'yi bu durumdan yine Türk halkı, demokrasiye sahip çıkarak kurtaracaktır. Buna inancım tamdır!