İnsanı deli eder bu iyimserlik hali!

iktidarda, dini söylemlerle desteklenen beyin yakıcı iyimserlik hali beni deli ediyor. Muhalefeti de aynı! Olan, eden bir şey de yok! Çiftçi ayakta, emekli ağlıyor, enflasyonla gelen geçim sıkıntısından ülkem bir türlü belini doğrultamıyor. Faillerinin dışarıya salındığı kadın cinayetlerine ne demeli? Beyinleri felç eden akla ziyan dolandırıcılık senaryoları sınırları zorluyor. Savaşlar, terör; bin bir çeşit kötülüğe her gün bir yenisi ekleniyor.

Seligman’a göre öğrenilmiş çaresizlik gibi iyimserlik de öğrenilebilir. Böyle bir tabloda sarf edilen iyimser söylemler, yaşanılan tersliklere karşı verilen akılcı, yapıcı, kalıcı olmayan düşünceleri içerir. Bu, hiç de sağlıklı olmayan bir zihin durumudur.

18. Yüzyılda, Bu İyimserlik Hali Voltaire’i de Deli Eder

Biliyorsunuz Voltaire, Fransız Aydınlanması’nın en önemli filozoflarındandır. Avrupa Aydınlanma hareketinin de babası sayılır. Hugo “Voltaire’i anmak, tüm 18. yüzyılı anlamaktır.” derken haklıdır. 1700’lü yılların toplumsal, dini, politik, kültürel konularını radikal biçimde eleştirdiği için hayatı sürgünlerle geçmiştir. Victor Hugo, Friedrich Nietzche, Karl Marx, Jean Paul Sartre’ı etkilemiş hatta Toplum Sözleşmesi’yle Atatürk’e ilham olmuştur.

Voltaire’in çağdaşı Leibniz, en büyük matematikçilerden biri kabul edilir; felsefe, tarih alanındaki düşünceleriyle de tanınır. Leibniz’in düşüncelerinde sınırsız bir iyilik hali görülür. Bütün dünyada süregelen her şeyin tanrı tarafından yönlendirildiğine, Tanrı’nın egemenliği sayesinde olabileceklerin en iyisi olduğuna bütün kalbiyle inanmaktadır. Ona göre “Bu dünya, mümkün olan dünyaların en iyisidir. Olası dünyaların en iyisinde, bütün olaylar birbirine bağlıdır. Olan herhangi bir şeyin olduğu şekilde olmamasının nedeni, başka türlü olamayacak olmasıdır.” O’nun bu hali, Voltaire’i çileden çıkarır. Bir şeyin değiştirilemeyeceği düşüncesi devrimciliğe aykırıdır.

Voltaire 1759’da “Candide ya da İyimserlik” Adlı Mizahi Romanını Yayınlar

Kahramanımız Candide adı gibi saf, temiz bir delikanlıdır. Almanya’da bir şatoda felsefe öğretmeni Pangloos’un iyimser haline kendini kaptırmışken Baron’un kızı Cunegonde’a olan aşkı yüzünden şatodan kovulur. Başına gelecek felaketlerden habersizdir. Tüm Avrupa’yı türlü çilelerle dolaşacak, Amerika kıtasına kadar uzanacaktır.

İlk olarak Bulgarların arasına düşer, işkence görür, savaşmak zorunda kalır. Onlardan kurtulduktan sonra başlangıçta dilenci sandığı, frengi hastalığına tutulmuş Pangloss’la tekrar karşılaşır. Beraber çıktıkları deniz yolculuğunda kasırgaya yakalanırlar, gemileri batar. Kıyıya çıktıklarında büyük Lizbon depremi gerçekleşir. Ardından Pangloos’un asılması Candide için bir felaket olur. Sorar: ‘İhtimaller dahilindeki en mükemmel dünya burasıysa diğerleri nedir?’

Aşağılamalara uğrar, Portekiz’de bir engizisyon mahkemesinde acımasızca cezaya çarptırılır, ikisi papaz olmak üzere üç adam öldürmek zorunda kalır. Bunlardan birisi de çok sevdiği Cunegonde’unun kardeşidir. Çünkü sevgilisinin ailesi onu kızlarına denk görmemektedir. Oysa Pangloss, öğretilerinde her zaman insanların eşit olduğunu vurgulamıştır. Kıta Amerika’nın “yamyam” yerlileri tarafından son anda yenilmekten kurtulur. Fransa’da tuzağa düşürülüp paralarını çaldırır. İtalya’da tahtlarını yitirmiş kralların maceralarını dinler. Krallar da hallerinden memnun değildir. İyimserlik halini sürdürmeye çalışsa da yorgundur. Romandaki diğer karakter bilge Martin, sürekli gerçekçi olmasını öğütlerken Candide ‘Bunlarla birlikte, şu dünyanın iyi yanları da var!’der durur. Tüm bunlar olurken monarşi ile din insanlara nefes aldırmamaktadır.

Dünyada hiçbir şey hayalindeki gibi değildir! Savaşın dehşeti, yoksulluk, kilisenin ikiyüzlülüğü; tecavüz, hırsızlık; kısaca kötülüğün kaynağı olan insan her yerdedir. Bir de bunlara salgın hastalıklarla doğal felaketler eklenince dünyada tam bir yıkım yaşanmaktadır.

Voltaire Candide’i Osmanlı Topraklarına Götürür

Candide, arkadaşlarıyla birlikte sevgilisi Cunegonde’yle İstanbul’da buluşur. Çeşitli ırk, milliyet, inançlardaki toplulukların bir arada hayatlarını sürdürebildikleri bir coğrafyanın seçilmesi bilinçlidir. “Çiftlik pencerelerinden sık sık Limni’ye, Midilli’ye, Erzurum’a sürülmüş efendiler, paşalar ve kadılarla dolu gemilerin geçtiği görülüyordu. Sonra sürgün edilenlerin yerini alacak ve sıraları geldiğinde sürülecek başka kadılar, başka paşalar, başka efendiler geliyordu. Bab-ı Âlî’de sergilenmek üzere götürülen içi doldurulmuş kafalar görüyorlardı.” Osmanlı’yı da gören Candide, artık ne Pangloos kadar iyimser ne de Martin kadar gerçekçidir. Bunlara rağmen Candide’e hayatın anlamını, Osmanlı topraklarında tanıdığı bir dervişin sözü öğretir. “Bahçemizi yeşertelim!” Cümle hem çaba sarf edip çalışmak hem de umut etmek anlamı taşır. Voltaire ‘Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler’ adlı eserinde, Türkler hakkında aşağılayıcı söylemleri olsa da Osmanlı’nın çok dinli, çok kültürlü imparatorluğu yönetme biçimini kutsar.

Voltaire, romanını bugün yazsa umudu Türkiye’de mi bulurdu bilmiyorum! Amerika ile İran, savaş çığlıkları atarken körü körüne saf umut, dengeyi kuracağım diye endâzeyi kaçıran tutum; ülkeyi yönetmek için yeterli olabilir mi? Uzun lafın kısası bize sağlam bir “devrimci” gerekiyor.