İnsanı tüketen felsefe

TÜYAP Kitap Fuarı’nın bu yılki konusu “Felsefe ve İnsan”... Yılın onur yazarı da İoanna Kuçuradi. Kuçuradi’yi Max Scheler’de Trajik Olan (Yankı Y.) kitabıyla 1960’larda tanımıştım. Elli yıldır da yazdıklarını izlemeye, insana dair yeni sorular ve farkındalıklar edinmeye çalışırım. Nitekim “Felsefe ve İnsan” başlığını görünce, “Sahi, niye bu başlık? Felsefe ve insan birbirini doğrudan içermiyor mu?” diye düşünmeye başladım.

FELSEFE: DÜŞÜNCENİN BİLİNCİ Mİ?

Hegel, felsefeyi, “kendini bilinçli hale getiren düşünce” olarak tanımlamıştı. Böylece insanın kendiliğinden düşüncesiyle bilinçli tutum ve edim düzeyindeki düşüncesinin köklü farklılık içerdiğini vurgulamış oluyordu. Tarihi, “köle ve efendinin çelişki ve diyalektiğinden özgürlüğe ilerleme süreci” olarak inceleme konusu yapan Hegel, bu süreçte felsefe için gündelik uğraşlardan bağımsızlaşmayı zorunlu görür.

Ne ki bu, felsefeye kendi için amaç yükleme olarak anlaşılınca, bu kez de felsefenin insandan kopma sürecine sürüklenme sonucu verebilir. Marx, filozofların dünyayı yorumlamakla yetinmeyip değiştirme amacı yüklenmesini, eylem ilkeleriyle donanmasını öngörür. Bu, felsefenin bir devrim silahına dönüşmesi, dönüştürücü bir işlev yüklenmesi niyetinin açığa vuruluşudur. Doğrusu bu yaklaşım, felsefeyi üretici ve yaratıcı düşünmenin ve edimin kuramı olarak algılamayı önerir.

TÜKETİM FELSEFESİ

Kapitalizm, tüketimi son amaç olarak bütün bir hayata yaygınlaştırmaya yönelince, felsefe de gitgide bu amacın gerçekleşme propagandasına dönüşür. Öyle ki, postmodern felsefe dünyayı tüketilen bir varlık toplamı kapsamında benimseyip buna göre kurgulamakla kalmaz; kendinde, insanı yoksayışın ve hiçleştirmenin gücünü oluşturmaya, dahası kendini bu doğrultuda görevlendirmeye yönelir. Felsefe ve insanın yaratıcı gücü birbirinden yalıtılır. Açıkçası bu, kendinin bilinci olarak düşünceden, insana karşı ve para için düşünceye taşıma niyetinin felsefeyi güdülemesi sonucunu verir. İşte bu noktada, felsefe ve insan arasında, teknolojik donanımlarla oluşan yalıtım biçimlerinin giderilmesi ihtiyacı doğar.

DİN VE FELSEFE

Din ve felsefe, tarih boyunca karşıtlık zemininde yer aldı. Dünyayı Yeni Ortaçağ’a taşıma gayreti içinde olanlar dinin gündelik yaşamın tüm dokularına yayılmasına çalışırken felsefeyi de dinle uzlaşmaya ve örtüştürmeye zorluyor. Her türlü dinsel inancın yayılma, toplumsal ve siyasal güç oluşturup siyasetin aracına dönüşme, insanı baskı altına alma art niyetlerine özgürlük tanıma girişimleri, felsefenin insan için tüketici amaçlar yönünde kullanılması eylemine bitişiyor. Bu durumda, tükenişin önünü almak üzere insanın felsefeyle arasındaki bağları anımsama, yeniden kurma girişimi de doğal ve haklı bir çaba olarak ortaya çıkıyor.

BEDRETTİN VE OLASILIK

Felsefe, karşıtlıkların aşılıp olasılıkların belirdiği alana işaret ettiği ölçüde düşüncenin ve insanın özgürleşmesine yatkın bir gelişme izler. Gazâlî’nin akıl ve imanı uzlaştırma niyeti, uzun hesaplaşmalar sonunda olanaksızlığın duvarlarına çarpınca o da imana mutlak varlık şansı tanır. Osmanlı’ya karşı halk ayaklanmasının 600. yılında üzerinde yeniden düşündüğümüz Şeyh Bedrettin, iman ve akıl arasındaki karşıtlığın yol açtığı olasılık arayışlarını felsefi kurgunun ötesinde toplumsal mücadeleye taşıyınca aslında Ortaçağ’a karşı insanın gerçek yıkım gücüne, yaratıcı olanaklarına işaret etmiş olur. Hegel’in üçüncü seçenek olarak tanımladığı karşıtlığı aşma yöntemi, Bedrettin’de olasılık olarak belirir ki, insanın felsefeyi yaratma ve özgürleşme silahı olarak edinmesinin habercisidir.