‘İnsani vazife’ -(TAMAMI)

İnsan, korku ve umutlarıyla vardır. Kamuoyu mühendisliğinin temelinde de korku ve umudun yönetimi yatar. Korku duvarları yıkıldıkça, sahte umutların piyasaya sürümü hızlanır. Yeni sezon tasarımları vitrinlerde boy göstermeye başlar. Bu yılın kreasyonlarında, barış için umudumuz “Öcalan”, Silivri-Hasdal’a özgürlük için “Erdoğan”, petrol içinse “Barzani”dir. “Esad’ın devrilmesi” umudu, bir dahaki bahara kalmıştır.

Baş tasarımcı kim?

Baş tasarımcı, Atlantik ötesindedir. Artık “dünya ile bütünleşmiş” olduğumuzdan, tasarımların Washington’da tamamlanmasıyla ülkemizde gösterime girmesi arasındaki süre iyice kısalmıştır. Bu nedenle olsa gerek, yeni kreasyonların tanıtımında önceliğin kime ait olduğu konusunda Ricciardone ile Erdoğan arasında ihtilaflar da yaşanmaktadır. Hatta Ricciardone zaman zaman Dışişleri Bakanlığı’na çağrılıp, “rol çalmama” konusunda uyarılmaktadır.

Obama, Türkiye için tasarımlayıp biçtikleri giysilerin, ülkemizdeki modeller tarafından “güzel taşındığı”nı gördükçe hoşnut olmakta ve alkışını esirgememektedir. Ama “Tasarıma güç veren, tasarımcının imzasıdır” ilkesinden hareketle, tasarımın orasına burasına imzasını koymaktan da kendini alamamaktadır.

Kimin başına ne düştü?

ABD’nin Türkiye politikasının yapımcıları arasında yer alan Henri Barkey, Ergenekon-Balyoz operasyonlarını, “Türkiye’de iktidar ile birlikte Türk Ordusu’nu kafese koyduk” diye özetliyor. Bu operasyonlar, dünya gericiliği tarafından ülkemizde karşı devrimin en büyük başarısı olarak alkışlanmaya devam ediyor. Bu tertiplerde, hakkın gaspedilip, hukukun çiğnenmediği tek bir adım bile yok. Bu duruma isyan eden yargıçların hepsi özel görevli mahkemelerden uzaklaştırıldı. Tutsak alınanların bu tertipleri teker teker belgeleyen savunma ve istemleri, bırakın mahkemelerinkini, şimdiden tarihin tutanağına geçirilmiş bulunuyor.

Peki ne oldu da düne kadar çıt çıkmazken, bu tertiplerin baş sorumluları, “insani vazife” kisvesi altında yeni bir role soyundular? Tertipleri alkışlayanlar, neden bu “göz yaşartıcı gösteri”yi popüler bir dizinin bölüm sonu görüntüsü gibi gözümüzün içine sokmaya çalışıyorlar? Bütün bunların ardında yatan, sakın 19 Mayıs’la başlayıp, 29 Ekim ve 10 Kasım’dan geçerek, 13 Aralık 2012’de Silivri kapılarına dayanan yüz binlerin gücü olmasın? Zaten Tayyip Erdoğan “Ulusalcılar önümüzü kesemeyecek” derken, milli güçlere karşı yeni tertiplerin hazırlığı içinde olduklarını açıklamamış mıydı?

Yeni senaryoların hedefi

Yeni rol dağıtımındaki dönüşlerin keskinliği, tasarlanan yıkımın büyüklüğünün bir işaretidir. Emperyalizm açısından önümüzdeki en yakıcı sorun, sadece ülkemizin bölünmesini tescil etmekle kalmayıp, bölünmeyi bugünkünün çok ötesinde derinleştirecek olan Bölünme Anayasası’nın çıkartılmasıdır. Kuzey Irak’taki Kukla Devlet’e kalıcılık kazandırmayı hedefleyen Kerkük Seferi ve Suriye’nin kuzeyinde bir “Kürt Koridoru”nun açılmasında Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanlığı’na biçilen vurucu güç işlevinin yerine getirilebilmesi buna bağlıdır. Bu süreç, ülkemiz ve bölgemiz açısından “kan ve yıkım” demektir.

Ülkemizde “insani vazife” denince akan suların duracağını sananlar yanılmaktadır. Çünkü tarih, milletimizin önüne çok önemli bir “insanlık vazifesi” koymuştur. Milletimizin birliğini de, Silivri - Hasdal’a özgürlüğü de, ülkemizin ve bölgemizin barış ve esenliğini de sağlayacak olan, bu insanlık vazifesinin yerine getirilmesidir. O da vatandan ve emekten yana olan bütün güçlerin ülkemizi yeniden Atatürk Devrimi yoluna sokmasıdır.

Hiçbir senaryo, halkın milli bir hükümete yönelen güçlerini bölmeyi başaramayacaktır.