İnsanın tüketilmesine karşı
Umberto Eco, insanlığın toplumsal ilişki ve tepkilerin yanı sıra bireysel yönelimler, düşünce ve duygular yönünden de Yeni Ortaçağ’a girdiğini belirleyerek eskisiyle kıyaslamak üzere Gülün Adı’nı ve sonrakileri yazdığı sıralarda, İhab Hassan da sanat ve düşün dünyasında postmodernizme kuramsal çerçeve hazırlıyordu. Baudrillard; tüketim kültürüyle gelen yükselen değerlerin bütün tarihsel birikimi silip hakikati köpükten ibaret şatafatlı imgelerin ardında gizleyecek söylemi yüceltiyordu. Huntington, bütün tarihi Medeniyetler Çatışması olarak tanımlayıp tastamam din savaşları dönemini geri çağırırken; Fukuyama, insanlığın küreselleşme ve Yeni Dünya Düzeni’yle Tarihin Sonu’na geldiğini müjdeliyordu.
İnsanlığa son hazırlayan teknolojik gelişimin hem toplumsal yaşamda hem doğada ve yanı sıra insan doğasında getireceği köklü dönüşümleri çoğa varmadan İnternet ve cep telefonu tümüyle üstlenecek; insan, dijital teknolojiyle bambaşka bir kimliğe bürünürken, boşalttığı alanlara girmekte olan robotların yaşamdaki konumunu hukuken karşılama göreviniyse Asimov tanımlayacaktı: Robotlar, insanlarla ilgili tüm yasalara uyacak; insanlar da robotlara herhangi bir eşyadan daha farklı davranmakla yükümlü olacaktır.
TEKNOLOJİNİN BOZDUĞU İNSAN DOĞASI
Virginia Woolf, Bay Bennett ve Bayan Brown (1924) yapıtında, “Aralık 1910’da insan doğası değişti” saptamasını şöyle açıklar (Kitapla ilgili bir değerlendirme için bkz.: https://oggito.com/yazarlar/susan-sniader-lanser/87): “Tüm insan ilişkileri –efendilerle uşaklar, kocalarla karılar, ebeveynlerle çocuklar arasındaki ilişkiler– değişim geçirdi. İnsan ilişkileri değişirken, eşzamanlı olarak dinde, ahlakta, siyasette ve edebiyatta da bir değişim var.”
Gerçekten de Hilferding, aynı yıl Das Finanzkapital’i yayımlamış; ardı sıra Lenin, onun savlarını tartışarak Emperyalizm’i yazarken, sanat ve edebiyatta Letrizm, Dadaizm ve Gerçeküstücülük akımları belirip güçlenmiştir. Aydınlanma ve akla karşı güçlü kuşku ve itirazlar getiren bu akımların düşünsel yönelim ve değerlendirmeleri, 60 yıl sonra postmodernizmin diyalektik akla ve aydınlanmaya karşıtlık temelinde insanı küçümsemeye, dahası tüketmeye varan yaklaşımlarına uzanır. Postmodernizm her ne kadar günümüzde kuramsal saygınlığını büyük ölçüde yitirmişse de, yaşamın kılcal damarlarına yaydığı varlığını söylem olarak korumakta, sanatçı ve aydınların yanı sıra, toplumun tüm kesimlerinde, “her şey bitmiş, insanlık tükenmiş” yargılarının virüs gibi bulaşmasına yol açmaktadır.
MAKİNELER VE İNSANLAR
İnsanın yönlendirdiği makinelerin yerini, robotlar ve dijital teknoloji sonrasında, insana yön veren, onun bütün doğasını kuşatan araçlar alırken, insanın yeryüzünde gitgide gereksizleştiği düşüncesi sürekli güçleniyor. İlk bakışta insanın hem türdeşleriyle hem de doğayla ilişkisini zenginleştiren bir olanak gibi görülen cep telefonları, günlük yaşama iç çamaşırından bile daha gerekli bir araç olarak yerleşmekle kalmayıp nerdeyse bedensel varlığımızın parçasına, bir organa dönüşmüştür. Dahası hem duyusal hem zihinsel etkileşimlerimizi öylesine başkalaşıma uğratıyor ki, insanlarla zorunlu ilişkilerimizi de çoğu kez gereksizleştiriyor. Bu bozunumun istikrarlı biçimde sürdürüldüğüne, insanlar ve nesnelerle tüm ilişkilerimizin yanı sıra duyusal ve zihinsel varlığımızın da ceptelde somutlaştığına anbean tanık olmaktayız.
YENİ BİR STADEL ASLAN ADAMI İÇİN
Yapay Zekâ’nın (YZ) küresel oligarşi tarafından insana ikame edilmesinin son aşamaya geldiği ama insanların salt içgüdüsel varlığa sığdırılmayı henüz benimseyemediği bir süreçte insanın araçlarla zihinsel yalıtılmasını biyolojik saldırıyla pekiştirme zorunluğu vardı. İşte bu aşamada Kovid-19, küresel oligarşinin arayıp da bulamadığı –ya da nice arayışlar sonucunda bulduğu– bir olgudur: İnsanlar yalnızca sindirilmiş olmayacak, sürekli birbirinden uzaklaşma isteğiyle yalnızlaştırılacaktır. Faşizmin güç kaynağı, bireysel varoluş potansiyeli henüz yeterince güçlenmemiş kitlelere, her türlü baskıyı kabul edebilecekleri ortamlarda üretilmiş yalnızlıktır.
Postmodern tüketim ideolojisinin güdülemesiyle sanat ve felsefenin yaşamda hiçbir anlamının kalmadığı, her türlü bilgi için ceptelin her anlamda kolaylıklar ve güç içeren, üstelik sonsuz kopyalama yetisinde bir araç olarak toplumsal diyalektiğinden kopardığı insan için bütün bunlar yaşamsal tehdit olmanın çok ötesinde tükeniş ve yok oluşa götüren saldırılardır. Peki sanatçı ve aydınlar bu saldırılar karşısında kendi içine kıvrılmayı ve insanın türsel tükenişini kabullenecek midir? Tam bu noktada bir umut simgesi olarak insanlığın yeni Stadel Aslan Adamı’na gereksinmesi varsa kolları sıvamak gerekmez mi?