Irak ve Suriye’de ne işimiz varmış, Çad’da deniz mi varmış

‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ şiarı evrensel bir kabul gördüğünde ve tatbik edildiğinde anlamlıdır. Yoksa cihana sulh yerine savaş ve talanı dayatan devletlerin yaktığı işgal ve terör ateşi, yurdunuzdaki sulhu da huzuru da birliğinizi de ülkenizi de yakar kül eder. Bu hakikatten hareketle şiarların anlamı ve önemi zaman, mekân ve uluslararası koşullar nazari dikkate alınarak değerlendirilir. Âlemi perişan eden, milyonlarca insanın ölümü, açlığı ve hastalığına sebep olan bir savaş, ardından yıllarca yedi düvel işgaline karşı süren milli bağımsızlık ve egemenlik mücadelesi sonunda hem âlemin hem de milletimizin en çok ihtiyacı olan sulh yani barış, en akıllı ve en muhtaç olduğumuz değerdi. Manası farklı anlaşılsa da yorumlansa da realist Mustafa Kemal’in Misakı Milli olarak tabir ettiği proje kazanılan vatan toprağının muhafazası ve bu toprağın üstünde egemen bir milli devlet ve ekonomisinin inşa edilmesiydi. Bunun başarılabilmesi için başta komşular olmak üzere dönemin güçlü devletleriyle barış antlaşmaları imzalanması elzemdi.

ATATÜRK’ÜN BÜYÜK DEHASI

Bu amaç doğrultusunda 9 Şubat 1934’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya (1991’de mezhep ve etnik temelde ‘halkların demokrasisi ve özgürlüğü’ yalanlarıyla parçalandı ve yerine Almanya güdümünde olan, Hırvatistan ile Slovenya hariç, sorunlu birçok devletçik inşa edildi) ve Romanya arasında Balkan Antantı veya Balkan Paktı imzalandı. Faşist Nazi Almanya’sı ve müttefiki Faşist İtalya’ya karşı tesis edilen varlığa ve sınıra saygı, dostluk, saldırmazlık, hakemlik ve güvenlik antlaşmasıydı. 31 Temmuz 1938’de bu Pakta Bulgaristan dâhil oldu. 8 Temmuz 1937’de Balkan ülkeleriyle yapılan antlaşmanın bir benzeri olan ve Tahran’da Sadabat Sarayı’nda imzalanan Sadabat Paktı; Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasındaydı.  Mustafa Kemal’in dehası, ülkemizin ve komşularımızın barışını, haklarını ve güvenliğini sağlayan bu uluslararası girişimleri, ABD ve NATO’nun güdümüne giren Menderes Hükümetinin “Komünist Sovyet Rusya’nın Balkan ve Orta-Doğu’daki tehdidine karşı” hüccetiyle emperyalist devletlerin çıkarlarına hizmet eden 1953 Balkan Paktı ve ile 24 Şubat 1955’te İngiltere, Türkiye, Irak, İran ve Pakistan arasında imzalanan Bağdat Paktı (CENTO- Central Treaty Organization) ile karıştırılmamalıdır.

BARIŞ TELLALARININ KANDIRMACASI

Bugün Türkiye’nin uluslararası realist konjonktür ile ortaya çıkan yeni dengelere uygun ve yükselen Avrasya devletleri ile birlikte hareket etme, çıkar eksenli eşit mesafede durma, ABD ve NATO dışında arayışlara girmesi, içeride ve dışarıda ciddi bir dirence maruz kalacağının göstergeleridir. “Savaşa karşı hayat”, “barış ve demokrasi için askeri çözümlere hayır”, “Suriye’de, Katar’da, Irak’ta, Yemen’de, Sudan’da, Nijerya’da, Çad’ta ne işimiz var”, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” gibi ve benzeri sloganlarla konular cıvıklaştırılmakta ve muhtevası boşaltılmaktadır. Bu sloganları ağızlarına pelesenk etmiş olanların samimiyet imtihanından geçemediklerini biliyoruz. Ne işimiz var sorusunu yöneltenler bu soruyu Suriye’de PKK’nın ABD’nin ne işi var diye sorması gerekmez mi? “IŞİD’e karşı savaşıyor, Kürt halkının güvenliği ve demokrasisini savunuyor” diye propaganda ettikleri HDP-YPG-PKK’nın oportünist ve işbirlikçi pozisyonunu neden sorgulamaz?

BOP’U SÜRDÜRME CEPHESİ

Bugün “diktatör, işgalci, yağmacı, savaş suçlusu” diye saldırdıkları Erdoğan’ı ve devleti, önceleri “barışsever, askeri vesayeti bitiren, açılım ve çözüm politikalarıyla Kürt meselesini çözen, Kürdistan dostları” olarak propaganda ediyorlardı. “Yetmez ama evet” diyerek Erdoğan’ın iktidarını pekiştirmesi için yoğun bir çaba içindelerdi. Neden? Çünkü o vakitler Erdoğan ve şürekâsı Gül, Gülen, Arınç, Babacan ve Davutoğlu hükümeti ile HDP hep birlikte ABD, NATO ve BOP’un amaçlarına uygun çalışıyordu. Bu sebeple o tarihte bu savaş karşıtları olduklarını iddia edenler, gerçekte barış, hayat, özgürlük ve demokrasi tabirlerini katledenler PKK ile Erdoğan hükümetini uzlaştırma ve birlikte hareket etme çabası içindeydi. Başta Salih Müslim olmak üzere YPG-PKK’nın siyasi ve askeri temsilcileri Ankara’nın yollarını aşındırıyordu. Davutoğlu, Esad’a karşı PKK ve ÖSO’yu aynı çatı altında buluşturma ve birlikte hareket etmenin formülleri üzerinde çalışıyordu. Bugün Erdoğan’ı düşman kategorisinde telakki eden HDP-YPG-PKK ve tükenmiş, toplumda karşılığı olmayan, PKK oksijen borusundan nefes alarak hayatta kalmaya çalışan solaklar ve liboşlar, BOP’ta göreve devam eden Davutoğlu, Babacan, Gül ve Gülen taifesi ile aynı cephedeler.      

AYNI MADALYONUN İKİ YÜZÜ

Milliyetçi kesimlerin gazabından çekinen Akşener ve taifesi ile onların açıklamalarına çanak tutan solak ve liboş medya alenen “Kıbrıs, Suriye ve Irak’ta ne işiniz var” diyemedikleri için, “Çad, Nijerya, Sudan Venezüella, Katar, Libya ve diğer bölgelerde ne işiniz var” diye sormaktadır. Bu çevreler aynı madalyonun iki yüzü misalidir. Erdoğan’dan boşalan BOP’ta görevlidir ya da görev talebinde bulunmaktadır. 28 Temmuz 2018’de Türkiye ile Zambiya arasında Güvenlik İşbirliği Antlaşması yapılır. Benzeri mutabakat Çad ile imzalanır. Limanların güvenliği, sahil emniyeti ibareleri yer aldığı için bu sözleşmelerle dalgasını geçenler oldu. İyi Parti Vekili Ahmet Kamil Erozan, “Yine kes yapıştır bir anlaşma yapılmış, gayri ciddi bir tablo var. Çad'da deniz yok, deniz yoksa deniz haydutluğu, liman ziyareti, deniz kuvvetleri arasında eğitim de yok. İleride belki iklim değişikliği olur buzullar erir, Çad'a deniz gelir, amin.'' ifadesiyle Türkiye ile Çad arasında yapılan güvenlik mutabakatı ile dalgasını geçtiğini sanıyor.

CEHALETİN BU KADARI

Akşener bu cahilin tekerlemelerini aynen kullanıyor. Solak ve liboş medya mal bulmuş mağribi misali bu cahilin ifadelerini manşetten veriyor. Tasavvur edin bu cahil eski bir Büyükelçi. Bunlar benzer antlaşmaların Nepal gibi denize kıyısı olmayan ülkeler ile de yapıldığını duymadılar mı? BM’nin kara ile çevrili denize kıyısı olmayan ülkelerin denize ulaşmaları için onlara sağlanan özel hakların varlığından da haberleri yok mu? Ayrıca göl ve nehirlerde iç limanların olabileceğini, liman ziyaretinin yapılabileceğini, göller ve nehirlerin kullanılarak haydutluk, kaçakçılık yapılabileceğini bilmiyorlar mı? Birçok yabancı dilde göl ve nehirlere de deniz denildiğine müdrik değiller mi?

AFRİKA’NIN STRATEJİK ÖNEMİ

Geleneksel Avrupa sömürge devletleri, ABD, İsrail, Çin, Rusya ve nice devlet Afrika’da askeri üsler inşa etmiştir. Uluslararası ticaretini ve güvenliğini ham maddelerin, enerji kaynakların ve emtiasını tüketecek pazarlar ile ağlar döşeyerek milli güvenliğini güvence altına almaktadır. Aynı şeyi Türkiye’nin yapması doğal ve bir zorunluluktur. Tabi ki kendi topraklarımızı ekmemiz, hayvancılığı teşvik etmemiz, köylüyü milletin efendisi yapmamız, pazara ucuz, sebze, meyve, süt ve et sunmamız önceliklerimiz olmalıdır. Ülkemizin Katar’da askeri üs sahibi olması, Katar Dünya Kupası oyunlarında polisimizin orada bulunması da bir başarıdır. Somali’de askeri üs bulundurması da önemlidir. Kızıldeniz/Sudan’da askeri üs sahibi olması, milyonlarca metrekare toprak sahibi olması da hayatidir. Bunun olmaması için Sudan’da yapılan askeri darbeleri de hatırlamalıyız. Venezüella, Küba ve Latin Amerika ülkeleriyle ticareti, dostluğu, dayanışmayı da çoğaltmalıyız.

EMPERYALİZM VE SİYONİZMİN MEMURLARI

Günümüz Dünyasında mümkün mertebe her yerde olmak, ülkenin ve milletin çıkarlarını yakın ve en uzak diyarlarda temsil etmek ve savunmak var olmanın en önemli koşuludur. 70 senedir NATO’da kıvranmamız, ABD ve şürekâsı blokta debelenmemiz, BOP’ta görev almamız, Suriye ve Irak konusunda yığınla hatalar yapmamız, suçlara bulaşmamız; teslimiyette devam etmemizi gerektirmez. Her ne sebepten olursa olsun, ister çıkar çatışmalarından mütevellit olsun, ister mecburiyetlerin tercihlere üstün gelmesi sebebiyle olsun bugün Türkiye bir yol ayırımına girmiştir. Bu cepheleşme derinleşerek devam edecektir. Hükümetin ekonomik politikalarını, dış politikalarını ve yalpalanmalarını eleştirmek ve doğruyu göstermek yükümlülüktür. Ancak bunu yaparken Emperyalizm, Siyonizm ve işbirlikçilerine karşı açık tavır alınmalıdır. Bunu yapmayan ve yapamayanlar, Türkiye’nin orada burada ne işi var diyerek suyu bulandıranlar, Çad’ta, Nijerya’da deniz mi var diyerek başkalarının aklıyla alay ettiklerini sanan Emperyalizm ve Siyonizm’in memurlarıdır. ABD ve PKK’nın işbirliğini, faaliyetlerini, amaçlarını ve yağmalarını sorgulamayanlar Suriye, Irak veya yakın uzak hiçbir ülkenin dostu değildir. Halkların dostu değil ancak halkların varlığına kastedenlerin memurları ve dostu olurlar.          

Not: Aralık yılın son ayıdır. 21 Aralık yılın en uzun gecesidir. Bu geceye kadim medeniyetimiz Şeb Yelda “Uzun gece” demiş. Ayrıca 21 Aralık doğanın kendisini yenilediği gündür. 17 Aralık’ta iki önemli anma/bayramı kutladık. 3’üncü asırda yaşamış putperestliği reddedip Mesih yani Hz. İsa’nın yolunda giden Antakyalı, Baalbekli veya İzmitli Azize Barbara’nın babası tarafından katledildiği/şehit edildiği gündür. Hatay’da halen anısına buğday ve baklagillerden Azize Barbara tatlısı yapılır. 17 Aralık Mevlana veya Rumi olarak bilinen Fars asıllı Celalettin Muhammed el-Balkhi’nin öldüğü gecedir. Şabi Arus-Düğün Gecesi veya Gece Yükselen demektir. Aralık 24 Mesih’in yani Hz. İsa’nın doğumunu müjdeler. Anmalar ve bayramlarımız kardeşliğe, kutlu, verimli ve zinde olmaya vesile olsun.