Irka dayalı Türk siyasal ulusculuğu-(TAMAMI)

Üç Tarz-ı Siyaset yazılarını hazırlarken, Yeni Şafak Gazetesi’nde, Hitit Üniversitesi’nden Prof.Dr. Mevlut Uyanık’ın “Ortak Geleceğin Ruhu: Türkiyelilik” başlıklı yazısını okudum. Mevlut Uyanık da Üç Tarz-ı Siyaset’e değiniyor ve “Bu eser, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal kültür ve yeni bir ırk yaratma projesinin özeti sayılabilir” diyor. Ey okur, bir kitap ancak bu kadar yanlış okunabilir. “Yeni Türk Irkı” nerede yaratılacak, İnsan Harası’nda mı? Ayrıca ulusal kültür yaratılmaz ancak onun için bir ortam hazırlanır. Mevlut Uyanık’ın yorumu hayvanlar için geçerli: Türkiye’de de uygulanmış, yerli keçi, koyun ve sığır yabancı ırklarla birleştirilerek yeni bir keçi, koyun ve sığır ırkı yaratılmıştır. İnsan, ne keçi, ne koyun ne de sığır... Saçma bir yorum.

Oysa Yusuf Akçura, 3 makaleden oluşan kitabını şöyle bitiriyor, okuyalım: “Hülâsa, öteden beri zihnimi işgal edip de, kendi kendimi ikna edecek cevabını bulamadığım sual yine önüme dikilmiş bekliyor: Müslümanlık, Türklük siyasetlerinden hangisi Osmanlı devleti için daha yararlı ve kabil-i tatbiktir?” diyor.

Tarih Yusuf Akçura’nın görüşlerinin hiçbirinin geçerli olmadığını bir güzel kanıtladı.

Yusuf Akçura’nın Türkçülük hakkındaki görüşlerini daha iyi özetleyemeyeceğim için sözü Ord.Prof. Enver Ziya Karal’a bırakıyorum (Bak: Üç Tarz-ı Siyaset, S.18-19):

Sözü Enver Ziya Karal’a bırakalım

“Türkçülük, Yusuf Akçura’nın tezinin son bölümüdür. Buna ‘Tevhid-i Etrak’, ‘Türklük’ veya ‘Türk milliyet-i siyasiyesi’ dediği de oluyor. Bu konudaki düşünceleri özetle şöyledir: ‘Türk birliği ilkin Osmanlı İmparatorluğu’nda Türklerin, Türk olmadıkları halde az çok Türkleşmiş olanların ve ulusal vicdandan yoksun olanların bilinçlendirilmesi ve Türkleştirilmesiyle başlayacaktır. Sonra Asya kıtasıyla Doğu Avrupa’ya yayılmış olan Türklerin birleştirilmesine geçilerek azametli bir siyasal milliyet meydana getirilecektir.

Türk birliği fikri çok yenidir. Tarihte örneği yoktur. Ne Osmanlı devrinde, ne de daha önce izine rastlanmamaktadır. İstanbul’da son yıllarda Türk milliyeti yanlısı kurulan bir merkez var ise de bunun çalışmaları siyasal olmaktan çok bilimseldir. Osmanlı devleti dışında çeşitli memleketlerdeki Türkler arasında da bu siyasal Türkçülük ya yoktur, ya da Rusya Türkleri arasında olduğu gibi belirsizdir. Türk birliğinde en büyük rolü Osmanlı Devleti oynayacaktır. Bu rol Japonya’nın sarılar âleminde oynamakta olduğu rolün, beyazlar arasında benzeri olacaktır.

Türk birliğinin sağlayacağı bu yararlar yanında kimi zararlarının olması da doğaldır. Özellikle Osmanlı halkından Türk olup da Müslüman olmayan ve Türkleştirilmesine olanak bulunmayan topluluklar Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmak isteyeceklerdir. Hatta yoğun Türk halkına sahip olan Rusya’nın Türk birliğine engel olmak isteyeceği aşikardır. Bunun bu engellere ve Türklerden çoğunun geçmişlerini unutmuş olmalarına rağmen Türklerin büyük bir kısmının Müslüman oluşu Türk milliyetinin teşekkülünde önemli bir etken olacaktır’.”

Sonuçlardan sonuç beğen

“Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset üzerine düşüncelerini şöyle bir sonuca vardırmaktadır: ‘Osmanlı milleti yaratmak, kimi yararlar kapsamakta ise de, eylem dışıdır. Müslüman birliği veya Türk birliğine yönelen siyaset, Osmanlı Devleti için aynı çıkarları ve sakıncaları kapsamaktadır. Eylem yönünden de aynı kolaylık ve güçlük vardır, denilebilir. Böyle bir durumda İslâmlık ve Türklük siyasetlerinden hangisi yürütülmelidir?’

Yusuf Akçura’nın tezi, bu soru ile ve aydınları düşünmeye davet etmekle sona ermektedir.”

Bu nasıl iş?

Yusuf Akçura, “yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal” durumunda. İslâmlık ile Türklük arasında bir tercih yapamıyor. Ama bizim milliyetçi-muhafazakârlar İlim Yayma Cemiyeti’leri ile, “Türk-İslâm Sentezi” ile Cumhuriyetin canına iyice okudular. Ord.Prof. Enver Ziya Karal, “Bu soru ile aydınları düşünmeye davet etmektedir” diyerek durumu çok iyi özetliyor.

Ama bizim akl-ı evveller Yusuf Akçura’yı “Türkçülüğün babası”, bunların karşıtı akl-ı evveller ise “Türk ırkçılığının babası” yapıyorlar.

Oysa zavallı Yusuf Akçura, denize düşen yılana sarılır durumunda fikir idmanı yapıyor. 1904’ten 15 yıl sonra, gene böyle bir durumda, kurtuluş için manda olmayı önerenler de çıkacaktır. Bu memleketin evlatları, AKP’nin devr-i saadetinde, sağlığa iyi gelir diye deve sidiği içmektedir. Kurtuluş adına bir ütopyaya bağlanmışlar çok mu yani? Elbette çok değil ama bu ütopyalarla Cumhuriyet arkasından tam anlamıyla hançerleniyor. İşte, bu nedenle “Bu nasıl iş?” diye sormaktayım.

Bu işler türlü pişirmeye benzemez

Avrupa şampiyonasında sahaya çıkan futbolcuların ulusal marşlarına nasıl katıldıklarına dikkat ettiniz mi? Başta Buffon olmak üzere bütün İtalyan futbolcular yırtınarak ulusal marşlarını söylüyordu. İspanyollara gelince: Ne teknik ekip ne de futbolcular ulusal marşı söylüyordu. Mırıldanmıyorlardı bile. Sorun neydi? Tarih, İspanya vatandaşı yani İspanyalı üretmiş ama İspanya ulusu yaratamamıştı.

Türk’e gelince: Osmanlı’nın 19.yüzyılından itibaren ve cumhuriyet döneminde herkes aldı başını gitti ve Türk tek başına kaldı. O zaman, küfür ve hakaret kabul edilen sıfatı benimsedi ve “Türk” oldu. “Türk” dağılan salın son(a) kalan, kıyıya vuran parçasıdır. “Türk” ve “Türklük” bir proje değil kaçınılmaz bir sonuçtur. “Muhalifler”i farkında değil ama Türk, Türklük ve Anadolu özdeşleşti artık. Cumhuriyeti de zaten bu kazazedeler kurdu!